Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

19 Aralık 2010 Pazar

GÖNÜLLERDE TOHUM

Bir  hayat zamanında;
Kalplerin mekanına,
Beklemenin; dilencilik
Vermenin; cömertlik
Makamın insanlık olduğu
Tohumlar ektim,.
Ekmek istedim
Yaşasın diye gönüllerde;
Yeşersin boy boy ağaçlar olsun,
İçinde bülbüller şarkı söylesin,
Maral kur yapsın erkeğine,
Aslanlar olsun,adalet dağıtan,
Kurtlar,kuşlar,böcekler,kelebekler,
En çok da çiçekler olsun;
Açarken baharı haber versin;
Arılarla bal yapsınlar;
Paylaşarak çoğalırken,.
Dökerken yapraklarını ;
Sarıdan kırmızının her tonuna,
Giysinler rengarenk elbiseleri
Kış onlardan haber alsın
Beyaz elbiseleri giyme zamanını
Güneş başını eğerken;
Yaşamın olmuş bütün meyvelerini
Uzun gecelerde
Çerez yapalım,
Bütün anlarda kazandıklarımızı
Eteklerimizden dökerken.
Sular aksın içinden,
Can verirken  yaşama.
Aşık ney üflerken sevgilisine;
Nefesi muhabbet olsun.
Çam dallarının gölgesinde.
Bir de ne olsun...........
En iyi yetişen   ağaç,
Gölgesi en büyük,
Maviyi yeşili en iyi gösteren.
Son baharı yaşadığım yapraklar
Senin kalbine ektiğim  tohum olsun
Sen en yücesi ol o yaşamın
Bir bodur ağaç;
Bir çiçek bile yoksa! Kokusu olan,!...
Bu olacak ;
Aşk dilencisinin kalbini acıtan.

11 Aralık 2010 Cumartesi

ÖLMEYECEK BAKİYELER

An'ı yaşamak; Gerçek yaşam.

Bir saniye öncesine göre öldük,

Bir saniye sonrası, gelmedi,

Doğarak gidiyoruz,yeni An'lara.

Bir geldi mi  O An;

Herkes öldü diyecek,

Biz bir başka An'ı yaşarken.

Tıpkı suda yüzerken;

Bu dünyaya doğduğumuz gibi,

Hiç ölmeden yaşayarak.

Geride yaşadıklarımız;

Biriktirdiğimiz;

Ölmeyecek bakiyeler.

1 Aralık 2010 Çarşamba

KENDİMİ BİR DAHA SEVDİM

Hayat sorular sordu
İlk okulda;Okul dedim
Orta okulda,ezberi terk ettim,
Derinlemesine yaşam dedim.
Lisede aşk dedim,
Yıllarca peşinden gittim,
Bir surette takip ettim.
Ben ne idim?
Kendimi ellerin taktirinde bilirdim.
Hep aradım ama!
Hayatı taklit ettim,
Terkederken aşkın taklidini,
Dalgalar gibi koşuyordum ;
Özgürce arınmak için,kumsalın kollarına.
Üniversitede buldum kendimi.
Henüz bilmezdim.
Dini, ilimi., belki de hayatın sebebini.
Keşif dedim; Bilinmeyenlerin peşinden;
Zaman zaman yelken açtım .
Fırtınalara hırçın dalgalara,
Liman liman aradım.
Bazen kanat açtım, kartallar gibi,
Orta Asya'nın steplerinde kaybolurcasına.
Çevirmeye başladım sayfalarını hayatın,
Bitirdikçe birini; Aradım diğerini,
Bilir sanırdım kendimi;
Utandım öğrenirken cehaletimi.
Bir ustaya çırak oldum.
Böylece bir yola koyuldum.
Bulunca bir hocayı;
Sorum'la berber diz çöktüm;oturdum.
Bilmediğim Hak'tan,
Oldum sandığım insanlıktan,
Sorular sordum hayata.
Makam ,para , inanç
Ne kadar elbise varsa dünyada
Soyunca!.....Bakiyesi!............
Ne kadarı, insanlık ?
Otuz yaşında, ve o anki aklımla,
Bebeği olmuştum hayatın
Yeniden başlamıştım;
İçinde benle beraber,
Kendime yürümeye;
Kalbin yolcusu olarak.
Kendime bir de kaptan seçtim.
Uzunyola yelken açmak üzere.
Terket dedim limanı çıkalım yola,
On yıl uğraştım .
Bir ayak gemide,
Bir ayak limanda.
Nihayet çıkınca yola,
Cebelleşirken rüzgarla,
Yok oluş sandığım başlangıçlar,
Yıkılmaz sandığım kara duvarlar,
Meğer camdan parça parça.
Birer birer boyası dökülürken,
İnsanlık üzerinde;
Nefse bürünmüş karabulutlar;
Bir poyraz eşliğinde kaybolurken,
Ulaşılmaz zirvelerinin;
Geride kalırken;Haber verdiği ufuklar.
Hırçın dalgalarla,
Issız ve karanlık gecelerde,
Yakamozlar tek  eğlencemiz.
Yıldız yağmurları göklere çekerken bizi,
Mehtap,enginliğin üzerinde sulüeti,
Ve biz onunla dans ederken;
Unuttuk, O mu?Ben mi kaptan ?
Tanıyorduk keşfediyorduk
Acıdık,acıttık,
Gezdik,dolaştık,
İnsanlıkta kaynaştık,
Bizim olmayan yerleri bizleştirerek.
Dönünce geriye,
Aslında varmıştık ,
Kalbimizdeki ileriye.
Şimdi yürürken;
Dokunarak An'a,
İçimiz çoşarken,
Yaratılmışların bir parçası olarak;
Yol alıyoruz hayata.
Terkedişler,varışlar,
Kırılmalar, küsmeler ,barışlar,
Anladım ki; hepsi benim.
Hepsini sevebildim.
Ve sevebiliyorum.
Ve bunları anlarken,
İdrak etmiş;anlatırken,
Yanımda;
Bir sen varsın ya sevdiğim,
Kendimi; Bir daha sevdim.

27 Ekim 2010 Çarşamba

TAŞUCU

Taşucu,dün güzeldi,

Bugün de, güzel.

Yaşayanlar ve yaşadıkları ile,

Deniz ve denizkızı ...

Sevgilililer ve sevgileri ile,

İskeleye yanaşan,yelkenlileri,

İskeleden,yelken açan mavnaları ile,

Yaşanan ve yarım kalmış aşkları ile,

Mehtapta kumsala uzanan,

Hurma ağacının sülieti ile,

Kumsalda, dalgaların sesi eşliğinde,

Hayallerine dokunduğumuz omuzlar,

Yarın da, güzel olacak.

O gün geldiğinde;

Nerde....... o eski Taşucu?..... derken!

Bu gün yaşadıklarımızı, ya da

Yaşayamadıklarımızı,kast edeceğiz.

5 Ekim 2010 Salı

PENCERELER

Bir ömür boyu tek pencereden etrafını seyredenler; ya haiphanede yatanlar ya da hasta olup yerinden kımıldayamayanlardır her halde.Bu durum insanı kendisine yönelterek kendi hakkında muhasebe, muhakeme yaparak,tefekkür ederek ,hayatını  yeniden yeniden değerlendirmesini sağlasa da belli bir yerden  sonra bu içe yönelik pencere de tekleşecek aynılaşacak.İçerisinde bulunduğu konum kişiye göre; sosyal kültürel ,psikolojik,ruhsal durumunun kuvvetine göre kişiyi sıkacak, dayanılmaz hale getirecek ya da kendisi içerisindeki bu yolculuk yeni pencerelerle  farklı boyutlara ya da yaşamalara yönelecek.

Hayatımızın içerisinde de her baktığmız pencere bize yaşamın değişik manzaralarının farkına varmamızı, farklı hayallere duygulara ve düşünce iklimlerine dalmamızı sağlayacak, hayatımızı farklı boyutlarda yaşamamızı ve farklı algılar geliştirmemizi sağlayacak.Nasıl ki aynı pencere farklı iklimlerde ,zamanlarda ,yağmur rüzgar,mehtap güneşin doğuşu batışı ,gece her biri farklı anlamlar ifade edeceklerse; pencerelerin farklı mekanda olması da; karlı bir  dağ başı ,deniz kenarı ,bir tepe,bozkır ,göl kenarı,ormanın içi,yol kenarı ,boğaz,demir yolu kenarı.Bakan kişiye sıradışı bakış açıları kazandıracak, derin hazlar aldıracaktır.Düşünce boyutu  derinleşecek hayali genişleyecek  ve hayatı  daha analitik  olarak  kıitik yapacaktır.Yeni yollara çıkma arzusu doğacak, bilinmeyene yelken açma cesaretimiz artacaktır.

Pencereler aslında biraz daha yakından bakarsak sadece evin penceresi,okulun peneceresi,hapisdane hastane ya da bir sarayın penceresi gibi somut nesnelerin ötesinde  yalnız bakılan seyredilen değil seyredenin  daha çok anlamlandırdığı bakış açısı olarak da ifade edebileceğimiz derinliklerdir de. Bakış açısı ıolarak pencereler ; bazen insanda düşünce olarak bazen,bir binada güzel bir pencere olarak,  ya da bir kurumda topluma yeni boyutlar kazandıran  okullar ,tiaytrolar,sinema,sanat atölyeleri ya da bilge bir insanın fakirhanesi gibidir de.Bazen bir gazete, bazen sanat eseri ya da kitabından seslenen yazarın fikirleri, müziğin evrensel nağmeleri, bir bebeğin doğumunda anne baba ve çevresindekiler e kazandırdığı kimlikler.Ya da depremler, savaşlar kinler hastalıklar kaybedişler ayrılıklar nefretlerdir de..

Pencere sadece farkında olduğumuz değil farkında olmadığımız,yanımızdan geçen bir karıncanın çabası,kıtalararası seyahat eden  turnaların hayranlık uyandıran yolculuğudur.Belki bir meltemin ruhumuza üflediği mutluluk ya da batan güneşin bizi fırçamıza doğru yürüten ,tuvalimizin başına geçiren hayalimizin renklerine anlamlar yükleyen derin uyarıcılardır. Ya mehtabın kucağında aradığımız aşk ona benzettiğimiz sevgiliye açılan pencere, ya da yağmur damlalarında yüreyen çift olan hayranlığımız , ya da o kayadan bu kayaya atlayan ceylanın bizi çoşturan panik çevkliği ya da atın asil yürüyüşünün bizdeki uyandırdığı dostluk ve sadakat panceresinin kalmimizden dökülen hüzünlü çoşkuşlu ayrılık kokan şiirleri.

Bazen de pencerelerden derlediğimiz damıttığımı duygularımız düşüncelerimiz,hayallerimizle ortaya konan eserlele ,davranışlarla devinimlerle, yaşamlarla,örneklerle, sevmelerle nefretlerle, istkrar sabır ,  aşklarla, adalet, hak karşısındaki duruşlarla,her şeye ragmen dedirtecek sabırlarla, Hiç bir şey yokmuş gibi görünen bir manazaradan hayat kurtaracak ,çağlara yön verecek düşünce ve ifadelerle, medeniyet okyanusundaki makamı ile ,kavrayışları ile, başkalarının hayatında pencere oluvermek. Pencereye ihtiyaç varken pencere olmak  olabilmek.

İster pencere olalım istersek pencerelerin peşinde olalım.İstersek bütün bunların içersinde içimize bakan pencereyi bulalım.Ne kadar penecere varsa hayatımızda, ne kadar pencere keşfedebiliyorsak, ne kadar hayatta pencere olabiliyorsak  ve bütün bu pencerelerden kendmizi bulabiliyorsak o kadar çok bakış açımız var demek.Ve o kadar boyutta hayatı ilşkileri algılayabiliyoruz demek.O kadar hayatımızın her noktasını etkileyebil,iyoruz demek.Bize verilen cüzzi irademizi o kadar etkili kullanabiliyoruz demek. Belki de insan olmayı başarmak  insanca yaşamak demek.Ve hayatı insanca yaşanışlabilir kılınmasına birey olarak katlılıyoruz demek.Bunu tersi kabahati hep birilerine , birşeylere yükleyerek yaşamdan kaçmak demek.Hayatı başkalarının pencersinden yaşamak ise faciaların en şiddetlisi.Alışkanlıklarından kurtulamamak ya da onları geliştirememk. Yeni alışkanlıklar yeni hayaller üretememek.Fikir sahibi düşünce sahibi olamamak.Penceresiz bir dünyada yaşama ma onun farkında olamamak demek.

Pencere belkide yaşamımızı derinleştirirken, kendimiz olabilmek.Aydınlanırken aydınlatabilmek keşfederken keşfedilmek.
Yaşam içersinde demlemiş olduğumuz duygu düşünce ,fikir ,ve üretebildiğimiz herşeyi sadece an'daki pencereler içerisinden ezele ve ebede bakabimek, yaşam zinzirinde bir halka olarak yer alma demek.

19 Eylül 2010 Pazar

ANKARA'M

Kalıplaşmış armonilerin son noktası

Özgürlük şarkısının başlangıcı.

Bir sesin bütün tınıları

Bir rengin derin tonlamalarından,

Rengarenk gökkuşağına giden yol.

Karanlıktan aydınlığa,

Memleketimin bütün boyutları.

Her görüşün bağnazlığını

Her düşüncenin,

Her inancın,

Geri kalmışlığının,

Perdelendiği

Ankara'm

Hayatımızı yırtan etkinlikler.

Ruhumu şekillendiren

Gençliğimin meyveye tutuğu

Platonik derinliklerimden

Gerçek zirvelerin,eteklerine

Delikanlılığımın son rüzgarlarından

Sakin  engin denizlere

Yelkenimin  rüzgarla  dolduğu

Ankara'm

Dümenim elimde

Hayatımın yelkenlisi

Okyanusların havarisi

Özgürlüğün deniz feneri

Bütün limanların  güven kaynağı

Ankara'm

1 Eylül 2010 Çarşamba

MUHABBETİ DEMLEMEK

Ne o öyle?Herşey bitmiş gibi
Nerde kaldı Akdeniz dalgalarına benzeyen ruhun
Atın yelelerinin kıskandığı
Rüzgarda uçuşan düşüncelerin
Bir poyraz gibi
Cana yürüyen ayakların,
Bir çınar kökü misali
Ölümsüzlüğe tutunmuş inancın ?
Bir kum fırtınası mı?
Seni saklayacak yaşamdan
Çalı çırpı mı örtecek
Güneş balçıkla sıvanmaz
Tenekeyi parlatsan bir dirhem altın eder mi?
Altını çamura atsan değerin kaybeder mi?
Boşuna mı ? söyledi Barış Manço
Yıllar yılı bu şarkıyı.
Ocağı karıştırmak gerek
Şöyle sopayı sallayacan ocağa
Yeniden alevlenecek;Kömür kıpkırmızı
Dalga köpük köpük bembeyaz
Rüzgar,şarkı söylüyor......
Çam dallarının arasında.
Beden yaşlanırken
Ruh gençleşmekte
Sukunet zamanı
Yılların üflediği ney,
Can olmakta bedende
Yanan kalb üzerinde
Muhabbet demlenmekte.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

MASALIMSI BİR YAŞAM

Bir masal;rüyalarla ,gerçekler dost.
Ya da ; Rüyada farkına varıyorsun;
Gerçek değil ama görmeye devam ediyorsun;bitmemecesine.
Sanki arada; ince bircam duvar,
Dokunamıyorsun; ne kadar istesen de,
Cenneti seyreyler gibi;Buğulu cam ardında.
Olsun diyorsun:hiç olmazsa..................
Belki birgün, varınca; sonuna yolun
Dönüp bakınca geriye
Sanki cam arkasında;
İçinde sen olan,
Hiç yaşanmamış gibi yaşanmışları
Seyreylerken ,
Pır pır edecek kalbimiz.
Vedalaşırken; ardımıza koyduğumuz güzellikleri
Nokta koyacağız.
Başka bir cümleyi başlatmak için
İçinde cennet olan mekana,
Ürpererek varırken
Heyecanla!karşılanma duygusuyla
Hesaba çekecez kendimizi.
Bugün yaşadıklarımız;
O gün heybemizden çıkacak.
Kırılmamış kalpler,
Yenmemiş haklar,
Bir ömür çalışan vicdan;
Kanatlarında taşırken bizi,
Ruhumuz masal ülkesinde
Berraklığın makamına doğru.

5 Ağustos 2010 Perşembe

NASREDİN HOCANIN KESEMEDİĞİ

Bize küçükken anlatılan,yaşamımız boyunca da deyim olarak kulandığımız ama yaşmımıza çok da uyarlayamadığımız; Nasreddin Hoca'nın ''Kendi bindiği dalı kesme fıkrası'' günümüzde ders alınamamış bir şekilde ve hayatımızda da gerçek bir şekilde uygulanagitmekte,yaşam var oldukça da hazmedilememiş bir ders olarak yaşamımızda uygulanacak.

Mesela, çevre kirliliğinin küresel ısınmanın tükenmenin son yıllarda ayyuka çıktığı bir zamanda bütün kültürlü kültürsüz yetkli yetkisiz herkesin gözü önünde anız yakımı devam etmekte. Bu konuda vatandaş; aklı sıra uyanık.İnsanların, günümüz insanın gözüne baka baka yakıyor.Sadece kısa dönemli maliyet hesabı uğruna. Bu konuda yetkililer de çok duyarlı değil.Binlerce hektar gece savaş alanı gibi yakılıyor.Kimsenin kılı bile kıpırdamıyor.Bu alanları yakan ailelerin çocukları kelli felli yerlerde belirli kültürleri,maknları,meslekleri temsil ediyorlar.Medeni dünyadan nemalanıyorlar.Hatta burada yetişen bugday paraları çoğu zaman onlara bugday un ya da bulgur olarak ya daekonomilerine katkı olarak gidiyor.Onlar bilinçli dünyanın birer ferdi olarak bu konuda ailelerine gerekli baskıyı yapmıyorlar .Bu konu belki yasakla çözülecek bir konu değil.Uzun soluklu yapıcı,eğitici politikalar özendirici politikalar geliştirilmeli.

Ülkemiz cayır cayır orman yangınları ile boğuşuyor.Yangın dönemi başladı mı; o ormandan bu ormana,bu yangından o yangına bir telaş bir koşuşturmaca devam ediyor.Yangın ne zaman sönüyor denize ulaştığı zaman.Milyarlarca lira zarar. Binlerce yıllık eko sistemin tahribatı.Hayatımızın dengesinde önemli yer tutan yabani hayatın yok oluşu.Uzun dönemde sadece bu konu için özel projeler üretilmeli.Mevcut işletmeler söndürmeye yönelik değil daha çok önlemeye yönelik oraganize edilmeli.Geliştirmeye yönelik olmalı.Son yıllarda ağaç dikimindeki heyecan bu konuda ümit verici ama daha bilinçli olmalı ve bilincin topluma daha yaygın hale getirilmesi gerekiyor.

Nasreddin hocamız belki o an elinde tahra dalı keserken insanlara ayna olmuştu.Bizlere siz Bu'sunuz düşeceksiniz;Diyordu biz onu çevreyi kirletin yakın,dalını değil ağaçlarıda yok edin gibi anladık.Doğal dengeyi bozun anladık galiba .Hala da öyle anlıyoruz.Bir yerimiz malımız canımız yanıncaya kadar da öyle anlayacağız.

Orta Asya'da Türk evleri bahçeli evlerinden diktikleri ağaçlardan tanınırmış.Anadoluda kendimizi tanıyamıyorum

20 Haziran 2010 Pazar

BABALIK




Yaşam insana bir çok imkanlar sunar, sorumluluklar yükler, elbiseler giydirir;Bunları taşımakta zorluklar çekeriz.Babalık elbisesi hayatta biz erkeklerin giydiği en ağır elbiselerden bir tanesi belki de içinde ölümsülük ruhunu barındırıdğı için.
Babalık Güç;dolayısayla güven sarsılmazlık,yaşamdaki ölümsüzlük.Babalık adalet muhakeme, babalık vicdan Belki sevgi bakımıdan zayıf görünse de , dışında olmayan ama özünde sevgi deryası.
Aslında onlar dünün birikimi ama biz bugünün arzularıyla değerlendiriyoruz. Biz de; şimdi, aynı mantıkla değerlendiriliyoruz.Şimdiki arzuların sığ ve dinamik beklentilerine,dünün derin ve serinkanlı yaklaşımıyla, cevap vermeye çalışıyoruz.
Baba kim olursa olsun,ne olursa olsun hangi mesleğe, hangi gelir gurubuna sahip olursa olsun,bilgi düzeyi, becerisi tecrübesi,ne olursa olsun,görgü düzeyi ne olursa olsun babalık elbisesini giydi mi; babalığın bilge duruşuna bürünüverir. Sahip olduğunca, ama olsun.O bu bilgelikle elinden geleni yapma gayretindendir. Onun bir sorumluluğu olduğu belki de yaratılışının icabı fıtraten o sorumluluğa bürünüverir.
Bazen yaşadıkları bütün bu erdemlerini zayıflatsa da, sözünü tutamasa da, tamamen yok görünse de bütün kanatları çamur, bir turna gibi; O ağırlıktan kurtulurcasına,çırpınma misali yine de yapabildiği her hareketi bir sorumluluk gayreti, babalık asaletiyle yapar. Ya da ruhuna yereleşmiş babalık şifreleri onu sorumluluğunun gayretine getirir.Aslında o da başlangıçta hayal edememiştir geldiği yeri. Hatta başlangıçta Ümitleri hayalleri evladı için dünyayı yerinden oynatacak kadardır ama...... Dünün ağır mirası,kültürel ,yerel, ekomomik belirleyicileri; her neyse, bugünün çaresizliğini hazırlamıştır. Ama yine de babalığın ruhtaki şifreleri onu son bir gayrete getirmiştir.Ya da gözlerinin derinliklerinde ifade etmiştir sevgisini senin onun bizim kalbimize buruk bir mutluluk yollayarak.Aslın da en azından en çoğuna Onları da geçmişten geleceğe ölümsüz yapan da bu değil mi? Çaresizliğinin içindeki mutluluk.

Baba disiplin,ilke,prensip de demek.En sevdiğini kırma pahasına,üzme pahasına. Kuvvetli ''hayır''ların sahibidir baba.O en sert duvar gibi ruhunun içinde kalplarin en yumuşağı seveceni yatar. Kangren olmuş bir kolu kesme kararını verme misali en acıyı da söyleyebilme sorumluluğu yine ondadır.

Bazıları da yine aynı sorumluluğu,sertliği, hayırı bir ölçü dahilinde,sıcak bir cümlede, berrak bir bakış açısında, geçmiş ve gelecek uzayında gezdirerek örnekler vererek ikna ederek yerine getirmeye çalışır.

Hangi bilinç seviyesi, hangi yaklaşım biçimi, ne tür birikime sahip olma,olursa olsun bütün babalar imkanları ölçüsünde evlatlarını hayata hazırlar. En kötü ihtimalle yaşam içindeki en iyi evlat olmasa bile kendisinden daha iyi bir evlat yetiştirmek her şeye rağmen babaların yazılmamış anlatılmamış ifade edilememiş kuralıdır.

Başta şehit babaları, şehit olan babalar kendi babam, bütün babalar ve bu elbiseyi onurla taşıyan Babalar ve kendimin de ''günümüz kutlu ''olsun.


Bana öğrettiği adalet ve doğru yürüme ve vicdanımı kullanma becerisi ve sorumluluk duygusu için Babam ve yaşamyan bütün babaların ruhlarına hediye ediyorum.


Ben düşmanımla kavga etsem ve siz bizi ayırmak durumunda kalsanız.Önce baba olduğum için beni korumayın;haksız isem; Önce Haklı olan düşmanım bile olsa onu korumaya alın..Demişti babam....

9 Nisan 2010 Cuma

NEDEN

Neden?
Üzüleceksin
Ordan burdan derlenmiş üzüntülere
Hastalığa,ayrılığa,
Arkadaşına ,işine ,kendine
Dostuna, işte kim varsa;.....
Ne varsa üzüntünün katığı.
Bil ki ; sen, sahiplenmesen,
Onlar hiç olmayacaktı.
Şöyle bir bak, kendine
Hepsi dünkü sahip olduğun; sen değil misin!
Ya alışkanlıkların;
Sana tercihler yaptıran:
Henüz ''Kendin olmamış ''kararların!
Şimdi oturmuş üzülüyorsun
Kendini rüzgara bırakmış yapraklar gibi
Yorulmuş bitkinleşmiş
Aydınlık parlak yüzün
En karanlık günlerimde
Aydınlatan güneş gözlerin,
Omuzların düşmüş
Bütün ümitsizlikleri yüklenmiş

Tam kendin olmuşken;
Ve meydan okuyacak iken hayata
Kendinde;
Bütün çareleri toplamışken,
Her dalı elma dolu ağaçlar gibi.
Bir zaman mum iken,
Şimdi ay gibi
Aydınlatabilecek iken
Yalnız seni değil sen olmayanları
Seni bilmeyenleri
Sadece Taşucu deniz feneri değil
Belki de okyanuslara yön veren
Ümit burnu feneri gibi

Korkma yürü
İnsan yürüdükçe yol alır
Açılır nefesi genişler
Hayaler davet eder yeni ufuklara
Hayat; bazen kendisine rest çekenlere
Kızar. Ama saygı duyar.
Neden hüzünleniyorsun
Yoksa yalnız mı görüyorsun kendini
Bir dilenci gibi
Bekliyorsun eteklerini açmış.

Ya hayat;
Sendekini, bekleyen
Hayallerini,
Düşüncelerini,
Sahip olduğun her şeyi
Aynasında kimsin? Gör;
Başka hayatların

Hiç kimse görmese
Herkes! terketse seni
Yine de yalnız olmayacaksın
Yalnızlık senin olmayacak.
Her şeyi yapma
Ama sendekinden bir adım önde ol
Adımlar atabilecek benliğinle
Zaten insan yükseldikçe,yalnızlaşır
Var oldukça yüselir
Neden her şey sende var iken
Ve sen; Senin, herşeyin iken
Ve ben; Senin iken!!!!!!!!!!!!

6 Nisan 2010 Salı

DALGALAR

Anlayabilseyedik!
Dalganın kumsalla aşkını
Binlerce yıllık sabrını
Binlerce yıl yaşayacaklarını
Fırtınalardan yorgun düşerken
Bir şevkatle temizlerken kızgınlığını
Her sabah yeniden başlarken hayata
Küçük köpüklerle
Bıkmayan dokunuşları
Üzerinde yürüyen aşıklara bile,
Kırılmadan kendi havalarında;
Kumsala yazdıkları''asla sensiz olmaz''
Mısraları silinirken
Kıyılarında yaşanan aşklara
Yoldaş olarak
Güneşin gerçekliğinde
Mehtabın ruhsal ikliminde
Demlenirken,gecenin limanında
Belki ninni söylüyor olacak
Dağın yamaçlarında meltem
Kumsalın koynunda
Terini soğuturken dalganın
Yıldızlar teker sönerken
Kıskanacaklar
Hikayelerini dinldikçe
Binlerce yıl yaşayan dalgaların
Belki Sen ve ben
Yaşarken yapmamız gereken
Onları taklit ederken
Yürüyeceğiz mutlulugun elerinden tutarak
Ellerin ellerimde

4 Nisan 2010 Pazar

İLK VE BİTMEYEN AŞK



Yaşadığım, tek aşk.......................

Beni çoşturan,

Şiirler yazdıran,...

Tuvallerimin ilham kaynağı


Göz bebeğinin derinliklerinde,
Kendimi kaybettiğim ,enginlik.




Nereye baksam ona anlam veren ,


Keyfimin ,kederimin yoldaşı ,


Mehtabın bile ;onun yüzünde keyfe geldiği ,

Ondan uzaklaşırken acıyan canım,

Uzaktan bile görsem !

Mesafelere... dayanamadığım ,

Bedenim ; dünyanın öbür ucunda olsa da

Ruhumu ondan ayıramadığım ,
Ufkumun manzarası

Hiç bir güzelliğin beni benden bu kadar alamadığı

Lacivert elbiselerinde asil gerdanı

Hırçınlaştığında bembeyaz dalgalanan fuları

Zifiri karanlığında aydınlattığı yüzü

Her damlası pırıl pırıl fosfor, yakamozu

Gece; elbisesinin en parlağı,en iç gıcıklayanı

Kaptanına açmış kollarını

Gizemli dünyamın yoldaşı,


Şimşekler kadar yırtıcı

Yıldırımlar kadar öldürcü

Ama hepsinin yanında vakur duruşuyla ;
Seyretmeye doyamadığım ,

Yörük kızının bile kıskandığı tek güzel

Memleketimi memleket

Bölgemizi cennet yapan

Cennetteki hurim

Tek aşkım '' DENİZ''im

28 Mart 2010 Pazar

MESLEKLEŞMEK

Logaritma.matrix, integral,profesyonellik, edebiyat,laiklik,''loji' 'izm eki taşıyan birçok bilim dalı,düşünce ve fikir akımı.Hayatımızın her alanında kullanmamıza; onları kazancımızın bir aracı, yaşamımızın bir parçası olarak gündelik hayatımızın her aşamasında onlarla beraber olmamıza rağmen ;Bir o kadar da yabancısıyız. Çok bildiğimiz anladığımız konuları bile anlaşılmaz hale getirip ,anlaşmaya ,iletişim kurmaya çalışıyoruz.Asgari müştereklerimizi bile parçalayarak.Belki de bu yabancılık ve çatışma toplumumuzun önündeki en büyük engellerden bir tanesi.

Örneğin en yakın olduğumuz edebiyat bile.Genel tanım olarak toplumun genelinde,insanın duygu ve düşüncesini estetik olarak karşı tarafa anlatılması,estetik olmasa bile,biçimsel ve içerik olarak bu düzeyde etkili bir anlatım biçimi.Olarak tarif ediliyor.Ancak edebiyatla yakından ilgilenen insanların anlayabildiği,hazzını yaşadığı ama toplumun geneli tarafından bir tanımdan ibaret olan tanım olmaktan öteye gidemeyen bir tanımlama. Hal bu ki daha okullarımızın ilk basamaklarında edebiyatı edepten başlayıp estetikleştirerek, toplumun genlinin algı düzeyine hitap edecek şekilde eserler verebilsek, anlatabilse idik belki de bugün edepli bir yazın, medya,basın arenamız olacaktı.Belki de o seviyede okuyucumuz olacaktı . İletişimimiz ve algı düzeyimiz de üst seviyede olacak, halkımız da edebiyatı sevecekti,anlayacaktı algılayacak ve hayatımızda uygulayabilecektik. Edeb'i anlayabilseydik.Dinlemek bir zevk olacaktı,bir cümlenin arkasındaki anlamı yerinde duramayacak bir heyecanla bekleyecektik. tahammül sınırlarımız zirvelerde olacaktı. iyi bir dinleyici olduğumuz için sözcüklerimizin ifade gücü manalarının kalbinde olacaktı.Anlaşılmamak diye bir şey olmayacaktı. ya şimdi o kadar sığ bir noktadayız ki, dinlemeyi bırak bildiğimiz ya da bildiğimizi sandığımız oysa ezberlediğimiz bir kaç cümleyi unutmamak için karşımızdakini dinleme diye bir kaygımız bile olmuyor. Pat diye muhabbetin tam orta yerinde buluyoruz kendimizi ,hiç bir şey ifade etmeyerek

Yine matematik, fizik ve diğer dallarda kelimenin anlamını ifade edemeden , bir bilme başlayıp hatta hayatımız boyunca anlamını bilmediğimiz kelimelerle paralar kazandık, unvanlar kazandık, mesleklerimiz oldu. Ama başta kendimiz, kendimizi ifade etmemiz gereken toplumun geneli algılayamadı; hep bir çatışma halinde olduk.Hatta Üniversite kelimesinin bile anlamını bilmeden üniversite bitiren binlerce üniversiteli var.Üniversitenin zaman ve mekan ötesi bilgilerin üretildiği,anlaşıldığı,anlatıldığı, keşfedildiği mekanlar olduğunu bilmeden okuduk.öğrendik eğitilmedik.Anlamadığımız için üniversiteleri dr,doçent,profesör olunan ünvan makinaları sandık.Ve araştırmadan olduk bunları.Taklitçi olarak.Tabii bir üniversite mezunu taklidi geçer yol olarak görürse ,normal vatandaşa ne denilebilir ki. Uy bunlara denir uyarlar teba olurlar.



Sohbet ederken, bir şeyi anlatırken bir ansiklopedi dolusu laf ettik ,anlatamadık . Sonra onu demek istiyorum ki; kıvırmasıyla kısa yoldan anlatma uyanıklığına sarıldık.

İntegral,marjinal, türev logaritmayı bilmeden 70 milyonluk bir dünya ülkesini yönetmeye kalktık. Bir dünya devi olan ülkemizin bütçesini, maliyesini hazırladık,düzenledik..Sağlık eğitim politikasını belirledik.

Kısacası aynı kelimeden hepimiz farklı şey anladık,çok şey anlattık ama bir iletişim kuramadık.Sonra toplum , bilim ekonumi,hukuk,siyaset, tıp; her konuda anlaşılmazlığın karanlık koridorlarında, hesaplarımızı benleştirerek ve sadece bizim olanın kazanacağı,çalma kültürünün uyanıklık ambalajında düzenimizi kurduk.,
Tabii bu arada dürüstlük de , uyanıklığın yönetimsel gücünün duygusal tacizine maruz kalarak, kendini ifade edebilme gücünü tamamen kaybedecek noktaya geldi.Etik kuralların duvarı tek tek yıkıldı,edep bozguna uğratıldı.

Yani edebi bilmeden oluşturduğumuz yazın kültürümüz, her mesleği uyanıklık, kurnazlık koridorlarına terk etti nerdeyse saygın mesleğimiz kalmadı.Bu yaşantımızın uygulama alanlarında da kendini göstermeye başladı.Örneğin üniversitelerimizde öğrenci arkadaşlarımız yemek kuyruğunda,kaynak yaparak (o zaman da bunu bir meziyet gibi yapıyorlardı. daha sonra devlete kaynak yapan uyanıkların taşeronu oldular.Sonra onlardan oluşan hocalarımız da kaynak yapma uzmanı öğrenciler yetiştirdiler.Yani her halimiz edepten yoksun bir hal aldı.

Mesleğe de profesyonellik dedik yapanın da kullananın da ortak bir akılda buluşamadığı bir zemin haline getirdik.

Profesyonelleşmeyle, kurumsallaşmayı, para kazanmayı,gücü ifade eder olduk sadece.Hatta karşı tarafın eksikliklerini cahilliğini profesyonellikle örter olduk.Tabii ki kendi cahilliğimiz. Sıkıştığımızda ifade edemediğimiz her şeyi ; Bunu profesyonelce yapmamız lazım dedik.Bunu da okumuş uyanıklar cahil yatırımcıları kandırmak için en ufak işletme problemini, profesyonelleşmeniz lazım diyerek çözüvermeyi amaçladık.Sadece parasını aldık o kadar.

Yatırımcı da az uyanık değil, o da profesyonel o da sorununu çözmek için kısa yoldan profesyonelleşmek istedi. Önce kendisini bölgesini, ailesini hatta uyanıklığını tanımayan bir profesyonel buldu,önce bir yıl sonra bir ay sonra bir haftada bu işi halletmenin yoluna gitti. Bir haftanın sonunda da sen bize bizi anlayan bir adam bul senin bildiklerini burada uygulasın dedi, öğretsin. Üç ay sonra da öğrendik diye onu da gönderdi;yerine tanıdık birini koydu. Ta ki kaybede kaybede, öğreninceye kadar. Maliyet hiç önemli değildi. Tecrübe yediği kazıkların toplamıydı . Ya heba olan sermaye; bu para sadece kendisinin miydi ? Bu milletin, devletin de bir parçası olarak kaynağı israf olmuyor muydu?Sonra göçer bir işletme olarak her dalda oynayıp hiç bir dalda ünvanımız olmuyor sadece yakınlarımız ve şehrimizde bilinir oluyoruz, Eskiden nam vardı şimdi para. Bir büyüğümüz Avrupa medeniyeti güçlünün haklı olduğu, islam medeniyeti haklının güçlü medeniyettir demişti.Demek ki Avrupalı oluvermiştik.

Tabii bu uyanık düzenin enstürümanları. Paranın sahibi var, bir de ona tabii işçi.
Hal bu ki; Biz bu işe profesyonellik demesek de meslekleşme desek ne olurdu.

Meslekleşme her hangi bir konuda sürekli yapmak amacıyla,bilgi ve tecrübe donatılmış, kişiye duygusal doyum sağlayan ve kişinin kendi düşünce ve duygularını yansıtabileceği, etik kuralları olan bir faaliyettir.Kişi bir merdivenin basamaklarından çıkarcasına, beceri, deneyim bilgi ve her seviyenin adabını kazandıkça erbablaşan bir varlığa bürünür.Kişi mesleğinin adamıdır. Bu onu saygın yapar.
İşletme sahibi de o mesleğe sahip olur ya da olmak için faaliyette bulunur yatırım yapar.;Çünkü bir yatırım yapmalı ve ondan bir kazanç ve nam elde etmelidir. Bunu yapabilmek için yatırım yaparken ,kuruluş yeri ,işe uygun ekipman, işe uygun meslek sahipleri, pazar finansman konusunda da sorumluluklar üstlenir çaba harcar.İş başladıktan sonra da ;eğer sadece ben bu şirketin sahibiyim demezse. İşin itibarını yakın çevresinde , ülke düzeyin ve uluslararası alanda kabul edilebilir yere getirmek için çaba sarf eder.Bunu sosyal sorumluluk kalite söz, süreklilik verimlilik gibi meziyetlerle donatarak işi genel kabul görmüş bir saygın marka haline getirir. Tabii bu ölçüde kendi saygınlığı namı da artar. iş adamının bu meslekleşme merdivenindeki adımları onu toplumsal önderlik yolunda da ön sıralara oturmasını sağlar.Belki kendisinden parasal olarak çok daha yüksek servete sahip, ahlaki kazancı olmayan insanlarla arasındaki en büyük farkı da oluşturmuş olur


Gelelim meslekleşmenin iki yakasına. Çalışan eğer meslek erbabı ise ; işinin erbabı,bu işin edebini de biliyor demek.Kimseye kul olmadan başarı basamaklarında yükselecek, Yükseldikçe yükseltecek.meyveli ağaç misali; çıraklarını kalfalarını hatta ustalarını yetiştirecek, yetiştirdikçe hem işi hem kendisinin namı mezarda son bulmayacak.İş sahibi de sadece para sahibi olarak kendisini görmediğinden. İşi sahibi olarak çalışanı teba olarak değil,işini geliştiren çalışanı ile bir bütünün parçası olarak ortak bir akılda o işi mesleği yüceltecek ortak akılda buluşacaktır.İş asıl olduğu için,işin gereği sistem kurulacak.Bir de edepli insansa çalışan çalıştıran., Güven ruhu da işin atmosferi olacak. Bak o zaman bu atik, atılgan insanlar neler yapıyor,keşfediyor.İşin sistematiği işe ait her türlü beceri,çalışan ve yatırımcı tarafından işyerinde tesis edilebilirse ortak bir dil de olacağından anlaşma da o oranda artacak.

Eğer bu durum tesis edilemezse işveren işini koruma kaygısı,,çalışan da işini sürekli kılmak adına kendini koruma yoluna gidecek. Bu durum da bir de kültür düzeyi yeterli değilse doğruyu anlamak için şüphe mekanizması ortaya çıkacak. Bir taraf şüphelen öbür taraf kendini temize çıkarsın kolaycılığı diğer taraf da kendini koruma güdüsü ile hareket edecek. Bu durumda görüldüğü gibi bir işletmenin,bütünün tamamlayıcıları değil iki ayrı taraf oluşacak. Bu da karşılıklı duygusal tacizlere açık olduğundan; başlangıçta gizli ve sinsi bir mücadele daha sonra da sinsi bir verimlilik kaybıyla işletme içten içe eriyecek.Belki de daha ileri bir durum iki taraf birbirine mecbur kaldıkça beraber olacak bu da ne kadar büyük olursa olsun bir işletmenin gelişmesinin önünde büyük bir engel olacak. çalışan kariyer palanı yapamayacak. Gelecek korkusu ile hep arayış içerisinde olacak.İşe yakın olmak yerine o işletmede kendini güvende hissettiren patron,patron yakını müdür ,amirden birine yakın olacak bu durum da çalışanın kendisine saygısını zedeleyeceğinden içindeki keşif ,gelişme öğrenme isteğini köreltecek.Amir müdür. patron ise bu durumda kendini güvende hissedebilmek için gizli servisler oluşturacak. Korkacak korktuğu için gelişmeyi kendi seviyesi kadar olmasını isteyecek.Ben kendimden akıllısını sevmem pusulasını hep aklında tutacak. Kendi aklı da o işletmeyi yönetmeye yetmiyorsa bu sefer duydukları ile kopya ile hak ihlalleri ile işletmeyi yönetmeye kalkacak. Sonunda meslekleşme kavramı,itici gücü yerlerde sürünür vaziyette olacak.

Meslek kişiyi erbablaştırır. Aşamaları vardır. Bir aşama ,meslek olarak ve ahlaken hazmedilmemişse bir üst basamağa geçilmez.İyi bir meslek erbabı insan-ı kamil olma yolunda da sağlam adımlarla ilerler. Her mesleğin kendine göre teknik,ticari ahlaki kuralları etik değerleri vardır.Bu etik değerler toplumun kabullendiği toplumu da geliştiren ,topluma önderlik eden kurallardır . Onun için meslek odaları,loncaları vardır. Mesleğin geleceği ve saygınlığı meslek içerisindeki yönetim organları tarafından sürekli kontrol edilir ve korunur.Burada korunan meslek odalarının yöneticileri değildir, üyeler değildir. Korunan Mesleğin saygınlığı, namı ve itibarıdır.Buna aykırı hareket edenler bizzat meslek yönetimi tarafından uyarılır ya da ayıklanır.Asıl olan modern zamanlarda olduğu gibi meslek odalarını üyelerini güç yapmak değil, mesleğin içerisine adalet, ahlak, edep kısacası vicdanı yerleştirerek mesleği saygın hale getirmektir.
O zaman meslek erbabı yatırımcı olsun çalışan olsun ismini, namını kimlerin hafızalarına yazıyor.Dili neleri ifade ediyor.Meslek sahiplerinin kişiliği ve dolayısıyla toplumumuzun varlığı;zaman ve mekan ötesine nasıl ulaşıyor tıp kı tarihimizde olduğu gibi. Toplumun çekirdeğinin sahip olduğu güç, zerre ;hangi çınar oluyor tarihler yazarak bütün cihana güven veriyor,gölge oluyor aleme.

Meslekleşmiş bir toplumun uyanıklığa da ihtiyacı kalmıyor.Uyanıklık belki de hak gasbından öte hakkını koruyan konuma tekrar geliyor edep,akıl,ahlak,ve zekaya bürünmüş bir vicdanla.

27 Mart 2010 Cumartesi

UNUTTUYSAN

Eğer sana bakan göz bebeğimi,

Düşünmeden sana dukunan ellerimi,

Bazen sitem, bazen kızan;

Ama, hep; Sevgiyi söyleyen dilimi,

İki cihanda sana memkan olan; kalbimi,

Sadece senin olan gönlümü,

Sana şiirler yazan ruhumu,

Ovacık'a ;Ah ! ne güzel dedirten,meltemi"

Giderken zor gelen;

Vardığında, doyamadığın yeşili,

Dokunmaktan korktuğun;

Yüzünce, hayatı unttuğun denizi,

Terkederken zor gelen, varınca

Bizi mutlu eden varışlarımızı,

Kapıda ,Garda. Hava alnında

Bekleyişleri,

Bir kitabın satır aralarında,

Bir resmin fırça darbelerinde,

Boyanın her tonundaki; senin rengini,

Salvador Dali'yi kıskandıran;

Uyuyan deniz kızının dinginliğinde;

Ancak gösterebildiğim kalbimi,

Unttuysan.............!

Ayrıl,git, aş dağları, karşı sahile yüz;

Varacağın yerde;

İnan ben varım, kollarıma sarmak,

Gönülden sarılmak için ruhuna.

Her şeyi bıraksan da, vardığın yer Ben'im.


Ayrıl '' hüzünlü bir ayrılık' şarkısıyla değil


Çoşarak '' kullar olam, seni doğuran anaya ''

Çoşkusuyla,

Ayrıl koşarak;

Bir atın bozkırdan, gem vurulmaz koşmaları, gibi.

Seyisin;.... seni bekliyor;

Torosların yamaçlarında,

Bir yörük kızı ayrılırken; Bozkır'dan

Bir atın yelelerini kıskandırırcasına .

22 Mart 2010 Pazartesi

ÖZGÜRLÜK

İster at olsun

İster at gibi olalım

İstersek ata binen olalım

Değilmemiş yerlere

Koşulmamış bayırlara

Koca dalgaları yalayarak

Köpüklere bulanarak

İster güneşin doğuşunda

İsterse batışın kızıllığında

Yeleleri savurarak

En soğuk rüzgarları bağrında ısıtarak

Zirvenin yokuşunda terini soğutarak

Özğürlüğün doruk noktasında

Yorgunnluğu sıfırlayarak

Yürüyelim,

Koşalım,

Ulaşalım, varalım

Adıını koyalım ;haytımızın.

İhyiyaçlarımızın kölesi olmuş;

Hayatımızdan sıyrılarak.

Bizi anlatmayan elbiselerimizden sıyrılmış

Bir ömrü yazalım

Hayatın sonsuzluğuna

Adını koyalım

Özgürlük

17 Mart 2010 Çarşamba

HİÇ ÖLMEMEK

Gel; Ümidin derya olduğu,mekana,

Sevginin deva olduğu gönül sarayına

Alan ,bekleyen olma,

Verenlerin deryasına gel.

Sanma değersizsin,

Belki de dünyaların anahtarı sende.

Bir zerre kadar varlığa, sahipsen,

Muhabbet deryasına bürün de gel.

Ömürler vardı ,yüz yaş ;bir hiçti.

Ömürler var ,anı; Dünyayaya bedel.

Yeter ki kendin ol...,

Sev...... ,ver; neyin varsa,

Fikrin, zikrin, göz nurun ,bir dakikan....


Ver ki; var olan yaşasın; birinin gönlünde.


Ölmeyen bir yaşamın parçası olarak.

Hiç ölmemek için.

13 Şubat 2010 Cumartesi

NİYETİMLE EKTİM SENİ; KALBİME

Hiç bir kül kalmadı;
Sanki 14 yaşında gibiyim
O'nu ''Bir'' yaptım;sıfırladım kendimi
Onun ateşi ile eriyen;bir mum gibiyim

Bir ömür dua ettim
Olur mu diye iç çektim
Al yanaklı bir yörük
Saf ve temiz muhabbet yüklü
An'ıma yakın, şan'ıma mekan
İstikametimde giderken bir gün
Gelince o an ,
Kalbine koyunca aşkı insan
Kalbi ile niyetine koyduğunu,
İsteyince O;
Gerçekleşiverecek vakt-i an.

Ne ben bilecem ne de O,ne olduğunu
Bana düşen tek şey
Sormadan şükürle
Ebediyete kadar koruyacam
Dualarımla bulduğumu.

7 Şubat 2010 Pazar

ÇOCUĞUMUZ '' GELECEK''

Hayat ormanında,
Bir kültür fiadanımız olsun;
Gölgesinde kimler oturur,
Hangi düşünceler yeşerir,
Kaç pencere açılır , bilinmeyenlere
Hangi kinler,nefretler kurur,
Sönmüş ümitler yeniden alevlenir,
Bir yol olur;yol olur cehaletten aydınlığa.
Hepimiz rolünü oynarız hayatımızın,
Kendi gerçeklerimize dokunarak.
Anı yaşarız;Benliğimizi paylaşırken,
Mutluluklar bırakarak geleceğe.
Geleceğin bir parçası olarak.
Torosların eteğinde;
Bir çocuğun gerçeğinde yaşayarak.