Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

8 Ekim 2009 Perşembe

YERİNİ HAK ETMEYEN MARKA KAPADOKYA!!!!!!!!!

Marka , bir teşebbüsün mal veya hizmetlerini bir başka teşebbüsün mal veya hizmetlerinden ayırt etmeyi sağlaması koşuluyla , kişi adları dahil , özellikle sözcükler , şekiller , harfler , sayılar , malların biçimi veya ambalajları gibi çizimle görüntülenebilen veya benzer biçimde ifade edilebilen , baskı yoluyla yayımlanabilen ve çoğaltılabilen her türlü işaretlere verilen addır.

Marka sahibine fayda sağlayan,pazar tarafından kabullenilmiş,ya da kabullenilebilir özelliği olan,insanların algısında yer edinen, toplum tarafından güvenilmiş, istikrarlı, zaman ve mekan ayırt etmeksizin geçerli olabilen,yenillenebilir, farklılaştırılabilir,sıra dışı özellikleri ile değer ifade eden , anılan özellikleri artıkça ifade ve değer gücü artan mal hizmet, şehir bölge kişi ve diğerleridir.

Kapadokya tarihin derinliklerinden, zamanın ötesinden biriktirmiş olduğu, kültür ,inanç, coğrafya, bilim, tarih, ekonomi, üretim,ticaret, sosyal birikimler,jeolojik yapı ,tarım, biriktirmiş olduğu değerlerle bugün marka olarak sadece içinde ve bölgesinde değil bütün dünya literatüründe kabul görmüş önemli değerler ifade eden, edebilecek olan bütün dünyada milletlerin ve ülkemizin bir noktada birleşebileceği önemli bir manyetik mekan.
Belkki de içinde yaşadığımız bölge olarak onu hak ettiği sevyede hikayeleştiremediğimiz anlatamadığımız ,bölgenin çok ötesinde bir marka.

Bugün gelişmiş toplumlar hatta büyük problemlerini halletmiş gelişmekte olan ülke vatandaşları, modern toplumun hızlı deviniminde, çarkın içinde kocaman bir makinanın parçası olmuş durumdalar.İnsan olarak yapabilecekleri her şeyi hazır olarak, bir şekilde ellerinin altında bulabiliyorlar.Ama bu durum onların insan olarak hareket kabiliyetlerini kısıtlıyor,Daha az düşünerek daha çok isteyerek bir yerlere ulaşabiliyor.Ancak kendileri ile başbaşa kaldıklarında yaşamın motonluğu bütün ağırlığı ile yalnızlığı bazen de çaresizliği onu kendini yeniden keşfe yöneltiyor.

Evet insan ya da toplumlar kaybettikleri şeyleri bulabilmeleri hatta yeniden keşif edebilmeleri için onların güçlü hatırlatıcılara ihtiyacı var. Kapadokya bu açıdan dünya da eşi benzeri çok az olan çok kuvvetli bir hatırlatıcı. Aynı zamanda her bir ilçesi ayrı bir hatırlatıcı olan Nevşehir ilimiz. İnsanın geçmişine geleceğine inancına ,tarhine benliğine ,kendisine dokunabileceği hissedebileceği, çok farklı değerlerle veine uğurlayabilecğimiz bir bölge.

Bizler belki gelirimizi kazanmak için yatırımlar yapmışız.Herbirimizin meslekleri var, ancak sadece para kazanmak için yatırım yapmak Kapadokya'ya Nevşehir'e hakzıslık olur, hatta biz burada yaşamayı hak etmemiş bile oluruz.Çünkü;

Bölgemizde bugün bizi tanıyan ya da tanımyan bir çok insan ve toplum için belki de onların haberi olmamasına rağmen onları kendilerini keşfedebilecekleri hatırlatıcı hazinelere sahibiz. Toprağın elden geçerek pişirilmesi ile ilk insanın gelişme adımlarını, onun üzereine işlemeleri ile geçmişin izlerini ticaret imalat, hatta toprak malzemelerle değişik malların ülkelerden ülkelere taşınmasını, kilselerle hırıitiyanlık aleminin duygu düşünce hayal inanç yoğunlaşmalarının şekillendiği kaya oyma kiliselerle belki de hırıitiyanlık alemin kendi inanç ve tarihine tutunmalarını sağlayacak kuvvetli hatırlatıcılar.Yer altı şehirleri ile toplumun savunma yaşam mimari, ticaret var olma savaşı ile toplumlarının ayak izleri ruh izleri. Belki rrüzgar yağmur kar ve hava değişimleri ile milyonlarca yıl doğanın yeniden şekillenmesi ve insan oğlunun ona zarar vermeden yüzyıllarca onun korumusaın yeşertiği medeniyetlerin belki bugün bile anlaşılmamış ortak akıl hatırlatıcısına,
Engin hayat denizinde, okyanuslarda rotalarından çıkan gemileri rotasına girdiren , ya da rotadan çıkmasını önleyen inanç,tarih kültür, ekonomi,ticaret doğadan oluşan insanlara rotasını hatırlatan kapadokya feneri;

Hacı bektaşı veli ile bir toplum ayrışma noktası gibi lanse edilen hacı bektaşı veli hazretlerinin toplumumuz için nasıl birleştirici inanç iklimi oluşturduğu,; hatta bütün islam alemini ve dünya milletlerini de oratak bir noktada buluşturabilecek bir büyüğümüzün yüzyıllarca öteye; bugün, bütün insanlığa ışık tutacak inanç ve ümit Işığının varlığını ,

Kozaklı'da oluşmakda olan dünyanın en bütük termal turizm ve sağlık merkezinin varlığını; Modern tesislerini hizmetlerini,lezetlerini ,

Hep beraber sadece turizmciler değil her türlü küçük büyük işadamı orta bir akılla bütün dünyanın bizi görebileceği olgunluık seviyesine çıkalım. Amacımız sadece kar değil sürdürülebilir bir ekonomik ve soyal hayatı kuralım ve paylaşalım.Bir turizmci hkadar ayakkabıcı, petrolcü, market berber,otobüs işlermesi fotoğrafçı her türlü tivaret erbabı maksimum nezaketle yardımseverlik ve bilinçle güler yüzümüzü ambalajımız yaparak ve bölgemizi bir rehber bilgeliğinde otel hizmetkarlığında acenta oragnizasyonu mükemmeliğinde; benden uzaklaşıp biz bilinciye kapadokyayı anlatabilir tanıtabilirsek. O zaman Nevşehirde yaşamayı hak ederiz.Yoksa onun imkanlarını uyanıklıkla sacede kendi emrimize yöneltmeye çalışırsak Bu mücevheri toprak altından çıkarıp her bayanın gerdanında hoş duran bir takıya dönüştüremeyiz.

Belki bunları becerebildiğimiz zaman Kapadokya hak ettiği marka olarak yerini alabilir.O zaman bölge ekonomisine ve ülke ekonomisine gereken katkıyı yapabilir o zaman biz bu gelişmeyi cebimizde hissedebiliriz.



17 Ağustos 2009 Pazartesi

ORTAK AKIL MERDİVENİ

Elma ağacının altında elma yetişmez. Yetişse bile ağaç olamaz. Esas ağacın gölgesi bunun yetişmesine uygun ortamın oluşmasını engeller.Bu bağlamda bunu biz insanlara uyarlarsak;



Annesinden ayrılmayan kişi eşine eş olamaz; kadın kocasına , koca karısına. Evliliği kimyasal açıdan ifade edersek; iki hidrojen bir oksijen suyu oluşturur. Biri yakıcı biri yanıcı tıpkı ateş barut. İkisi birleşince su gibi tamamen farklı bir dünyayı oluşturuyor. Tamamen farklı bir alem.Farklı bir yaşam alanı.Bunu tekrar ayrıştırmak bir füzyon işi, kimyasal patlama.... ya biz hala ben'sek, biz olamamışsak acaba yeni bir hayat oluşturabilmişmiyizdir? Hala her şeyin en güzelini ben'im annem yaparsa, eş de ancak annesininkinin aynısını yaparsa aile olabilmişmiyizdir.?

Ya peki en büyük bizim ailemiz ise, ailemizden ayrı bir yerde , bir bahçede elma olamamışsak,; ailemizin kralı, ailemizin en akıllısı, kıraliçesi isek ne kadar içinde bulunduğumuz şehirli olabiliriz. En büyük benim ailemse, en akıllı biz isek, en haklı da biz oluyorsak başkasının hakkı olur mu ne derece olur. Veya biraz eskiye ya da doğuya gidersek aşiretimiz en büyük olmaz mı?Peki sadece kendi ailemiz açısından doğrulara bakacak olursak doğru ne kadar doğru olur. Doğrularımız bağnazlığımızı doğurmaz mı?Ailemizi aşıp o şehirli olabilir miyiz?Ailemizin doğrularından, hakkından , güzelinden Şehrimizin doğrusuna , güzeline, hakkına ulaşabilir miyiz?


Ya peki en büyük şehir benim şehrimse; dünyanın merkezinde isek, hemşehrimizi bulduysak onun dışında bir insan olabilir mi. Onu korumamız kollamamız gerekmez mi? O da beni nasıl olsa korumaz mı? Ben koruduğuma göre onlar da hemşehrilerini koruyacağına göre doğruya ne gerek var? Hak ve adalete ne gerek var? Şehirden kopmaya ne gerek var. Burnumuzu sokalım şehrimize...... En büyük şehir benim şehir. Her şeyi hallettiğimize göre o Ülkenin diğer vatandaşları? Bana ne. Bize ne. Herkes kendi şehrini korusun.Kendi Şehrimizden kopamadığımıza göre bu ülkeli de olmamıza gerek yok. Zaten de öyle oluyor. Ülke batsa en büyük şehir bizim şehir.Şehrimizden kopamadığımıza göre bu ülkeli de olamıyoruz. Zaten başka Bir şehre gidince de sıkılıyoruz.Hemen dönmenin yollarını arıyoruz. Karşılaştığımız kişilere adın ne? Arkasından Nerelisin? Şehrimizi Arıyoruz. Bu memleketin, Ülkenin insanı olmayı taşıyamıyoruz.

Ya Ülkemiz. Dünyanın en büyüğü .En güzeli. En asili. En akıllısı. Başka ülkeye ne gerek var. Bir dünyada yaşadığımız ne kadara önemli. Dünyanın öbür ucundaki olaylar bizi neden ilgilendirsin.Herkes kendi ülkesini korusun ilgilendirsin. Peki en güzeli, en akıllısı, en asili biz isek bunu insanlık adına dünyaya taşımamız gerekmez mi. Dünyaya açılıp kedimizi kendimizin dışındakilerle tartmak , fazla değerlerimizi onların emrine vermek başkalarının fazla değerlerini paylaşmamız gerekmez mi. Kendi ülkemizden kopamıyacaksak nasıl dünyalı olacağız.En adil ülke biz isek, vicdanı en sağlam millet biz isek insanlığın hakkını tartacak vicdana ihtiyaç yok mu?


Ya dünya en güzelse, yaşam en güzelse.Dünya için her şeyi yapmalı isek . Dünyayı güzelleştirmek için üretmemiz lazımsa; pardon üretiyoruz diyerek dünyamızı tüketiyorsak.Dünyamızı savuruyorsak. Yani tükeniyorsak.Alem için ne yapacağız. Dünyayı terk edemiyeceksek. Aleme nasıl hazırlanacağız.Zaman ve mekan ötesi geçerli olabilecek davranışlarımızı, düşüncelerimiz, fikirlerimizi nasıl geliştireceğiz.


Yani herşeyin sahibi isek yani bekçisi; bir şeyin tarafı isek, her şeyin en büyüğü biz isek Bizden başkasının yaşamasına ne gerek var. Nasıl olsa hep bir şeyin taraftarıyız. Bizim Takım en büyük. Benim düşüncem, benim şehrim, Benim olan herşeyin taraftarıyız. Hep bir şeyin taraftarı oluyorsak, ya da yapılıyorsak. Katagorilere ayrılıyorsak. Ortak olan her şeyimiz ayrışmıyor mu?Her şeyimiz ayrışıyorsa küçülmüyor muyuz? Küçülüyorsak daha kolay yönetilir daha kolya yutulmaz mıyız. Ortak bir şeyimiz kalmadığına göre Ortak akıl da küçümsenecek bir şey olmaz mı?

Bütün bunlara bakınca bir tek ortak aklın tarafı olmamız gerekmez mi? Ortak akıla saldırı; küçük lokma olmaya, yutulmaya davet değil midir?
Bireyden, evrensele yol alan; insanoğlu ne kadar zaman ve mekanda ortak geçerliliği olan fikir üretir ve ortak akılın kullanımına sunar, ortak akıl sistematiğini harekete geçirirse insan oğlunun evrensel üstünlüğü sağlamlaşmaz mı?.........

Ya toplumumuzun çekirdeği ailemizde ilk basamak olarak ortak akılı geliştirsek, sonra şehrimizde ortak akılı, sonra ülkemizde, sonra dünyada oratak akıl basamaklarından oluşan bir merdiven inşa etsek; bu merdiven bizi nerelere yükseltir, nerelere hazırlar.
Ya da ilk basamaktaki ortak akılla yetinsek mi? Yoksa bir toplumun, insanın, ya da bir organizasyonun ne olduğunu görebilmek için onun hangi ortak akıl basamağına çıkabildiğne bakmamız gerekmez mi;
Sahi biz hangi basamaktayız? Ya da kendimizde gördüğümüz üstün yeteneklere göre hangi basamakta olmamız lazım.........................!

5 Ağustos 2009 Çarşamba

YEREL FİLOZOFLAR (4)

KANUN



Ali pınar;1924 Ovacık doğumlu. Çiftçi bir ailenin oğlu. Babası Ahmet, dedesi İshak Kiya.Mahmut Çavuş'un evinde dünyaya geldi.

Ovacık o zaman belediye.Gümrük,Nüfus,Sulh hakimliği var. Gülnar'a bağlı ;Gülnar'dan başka ulaşım, yok denecek kadar. At arabası, at, eşek,deve ulaşım ve taşıma araçları.İnsanlar çiftçilikle geçiniyor.Pamuk ,karpuz,tahıl,aile hayvancılığı, yapılıyor.Tasaruruf etmek için değil, yaşayabilmek için.İnsanlar giyeceklerini pamuk ve yünden ip yapıp dokuyorlar.Ama şartlar ilkel.Okumuş insan sayısı yok denecek kadar az. Ali Pınar Medreseden henüz dönüşmüş olan ilkokulda okulunu okuyor.Ovacık'ta ihracat yapıldığına daha önce değinmiştik. İnsanlar ihracat edilen kerstenin, tahılın kömürün, palamutun; kesilmesinde hasadında taşınmasında işçi olarak, çavuş, ormancı olarak çalışıyor.Belki henüz sermaye birikiminin olmadığı Türkiye'de, Ovacık beldesinde ulusal ve uluslar arası ticaret yapılıyor. Sermaye birikimi var. Ancak toplum yeteri kadar eğitim görmemiş, bilgi ve becerisi gelişmemiş, cehalet denen canavar insanların ayagında bir bağ ufkunda bir sınır.Bu sınırı aşacak bilinç ve bilgi birikimi olgunlaşmamış.

İşte böyle bir zamanda ilkokulu bitirmiş Ali Pınar. Sınıf arkadaşları daha sonra kendisi gibi memleket yönetiminde bir şekilde rol almışlar.1934 'te soyadı kanunu ile Eğripınardaki pınardan Pınar soyadını almışlar.
Eğripınara taşınınca dedesi ev yapmış arkadaşlarını da getirmiş, yerleşim yeri kurmuşlar. Bahçe yapmışlar. Harnup,kayısı,incir,ekilmiş ekin ekilmiş nohut ekilmiş.
İlk askerliğine Silvan'da başladı. Silvan acemi birliğinin bulunduğu yer.. 1942 memlekette kıtlık var.Gülnar'dan silifkeye Yürüyerek Adana'ya taka İle gitti. askere giderken yolda elbiselerini sata sata gittiler. Karınlarını doyurmak için. Adana Malatya,Elazığ Diyarbakır. Trenle gittiler.Askere giderken 18 yaşında evlendi.Askerde 6 ay jandarma er okulunda okudu.Malatya'da askerliğini Yazıcı olarak yaptı.Er okulunda Hukuk bilgisi,usul, yönetimle bilgileri jandarma er okulunda öğrendi.

Askerlik sonrası memlekete geldiğinde vatandaşın dilekçe, diğer adli olaylara yaklaşım ,yol gösterme, devletle yazışmalarda hep Ali Pınar'dan yardım aldılar. Hatta memleketin yaşlıları ona Kanun demeye başladılar.
195o'de demokrat parti iktidara geldiğinde Ovacığa nasıl yansımıştı? Artık devleti vatandaş hissetmeye başladı. İfade özgürlüğü geldi.Eskiden devlet sadece vergi toplancağında vardı.Devlet sadece merkezde halka güç uygulayan bir varlık.1950'den sonra sonra vatandaş bir hakkı olduğu bilincine vardı.Vatandaş kendi hayatı olduğunu farketti. Belki de Ankara'dan Anadoluya Hareket ilk o zaman başladı. Bugün bile tamamlanmamış olan milletin kedini ifade gücünün, ekonomik, sosyal, kültürel yolculuğu.

Ali pınar meleketinin devletle arasındaki ilk bağlantısıydı adeta.Aza olarak yönetime girerek önderlikteki yolculuğunu başlattı.İ ilerde muhtarlığa kadar uzanan yönetim yolculuğu.
1964'te Mersin il tarım müdürlüğünün organize ettiği tarım kursuna, 29 kişi ile Antep'e gitti. Antep fıstığı,zeytin,bağcılık üzerine kurs gördü. Sonra dönünce meleketinde devletin zeytin kökü başına verdiği yardımıvatandaşla birlikte kullanmayı organize etmesine ragmen vatandaş kısa olan yolu tercih etti. Bu yardımı ekim yapmakta kullanmadı, günlük ihtiyaçalrı için harcadı.

Ali Pınar toplumda önderliğini hep devam ettirdi, Çevresine göre disiplinli düzenli tutarlı gayretli, değişimi savunan, insanların doğru ve dürüst bir toplum olarak yaşaması için hem bilgi ve becerisini biriktirdi hem de kullandı.
Okul yerinin alınmasında, orta okulun sağlık ocağının yapılmasında,limanın ilk muracatında Ön sıralarda Ali Pınar vardı. Ortaokul kurulduğunda Atatürk'ün İl'den ilçeye çevirdiği Yeni ilçe'de bile iki ortaokul var. Ovacık Köy sevyesine inmiş. Ve nahiyesi Taşucun'da Ortaokul yok.

Ali Pınar alınterinin toplumda gelişmesi, düzenli kazanç ortamlarının oluşması, toplumda paylaşarak çoğalabilmesi için sahip oduğu deneyimleri paylaştı. Toplumun bugün bile farkında olmadığımız dayanışma usulunu; imeceyi aktif olarak kullanarak imkansızlıkları imkana, çaresizlikleri çareye çevirme gayreti içinde yaşadı.Muhtarlığı döneminde insanlar o zaman sekiz ay çalışıp bir ayda Uşakpınarı ve Gökbelende kumar masasında bir gecede paralarını kaybettiği; kadınların çaılıştığı bir dönemde, kadınların şikayeti üzerine, Kaymakamlık izni ile kahvelerde kumarı ve oyunu yasak etti. Ancak insanlar bu sefer bilye oynayarak kumar oynamaya başladı. Bu sırada bu çabaları anlamak yerine muhtar Ali Pınar'ı tehdit etti. Bunun sonunda sağlık sorunları nedeniyle muhtarlığı 3 ay önce bırakmak zorunda kaldı.

Ali Pınar aynı zamanda toprağa yakın.İşlemesini biliyor. Modern ve doğal yetiştirme yöntemlerini kullanıyor.Bugün İnsanların çok önemli bir alternatif olrak sunduğu organik tarımı, o; doğal yaşamında toplumun en fakir ve çaresiz zamanında yapıyor. Doğayı koruyor. Bahçesinde yumurtlayan keklikleri avcılardan koruyor.Bölgenin en doğal balını yetiştiriyor. Türkiye'nin ilk üzümünü yetiştiriyor.

Belki de döneminde eğitim daha yagın olsa, on beş yirmi kişi değişik dallarda okullarda ve kurslarda meslek sahibi olsa ,Ali pınar amca belki bu kadar gayretle ülkede çok önemli konuların önderi olabilecekti.Memleketin zeki atılgan dışa dönük enerjisi kapalı kutular işiçnde kendileri için değil hep birileri için kullanılmayacaktı. Belki bugün bile dünyanın en önemli en güzel, en verimli ,dagı ilaç sayılabilecek doğal bitkilerle dolu dağları, doğanın verimini sağlayan mükemmel iklimi belki de Ali Pınarlar çoğalsa;
Gücü elinde tutan ve har vurup savuran, geçmişte olup ta bugünde olan insanların emrinde olmayacaktı. Bu söylediklerim sadece ovacık için geçerli değil bütün dünya düzeni için.Belki de Ali Pınar amca gibiler çok daha başarılı olabilse idi, memleket, sahip olduğu imkanlarla bugün dünyanın en önemli ve örnek beldesi olacaktı. Son 80 yılda gücü elinde tutanlar memleketi, sürekli ,düzenli,istikrarlı ve tutarlı bir şekilde yönetilemedi.Yanlışlar yapıldı.yakın dönemdedeki yöneticiler de eskini yanlışlarının yanına yeni yanlışlar ekledi. Sermaye birkimi olmayan bir ülkede; Ticaret,ihracat yapılırken elde sermaye birrikimi olan aileler ve kişiler yanlış yönetim, yanlış organizasyonlarla Gücü fırsata dönüştüremediler.Gücü elinde bulunduranlar beldeyi kaos içersinde tutarak , sermayeyi yavayavşa erittiler, külrürel ve sosyal gelişmeyi bilerek ya da cehaletlerinden engellediler.Kültürel,sosyal ve ekonomik birikim sürekli eridi.Ali pınar amca ve birkaç kişi bir ümit çıkış yolu aldılarsa da henüz arzulanan sevyede değil.Bugün ovacık'ta bu büyüklerin çoğalamaması kaynaklarımızı hala tüketiyor.

Ali Pınar Türkiye'nin doğumunda; memlektinde daha güzeli aramış, sınırlarını zorlamış elinden gelenin en iyisini yapmış. kendisi gibi onlarca olmadığı için adımlar yavaş olmuş.Ovacık birkaç büyüğü daha olsaydı belki de imkanları olsaydı, ya da doğru kullanılabilseydi dünyanın taklit ettiği bir bölge bir merkez olacaktık.
İlkokulu bitirdi ama bugünün evrensel konuları onun hep ilgi alanı idi

4 Ağustos 2009 Salı

YEREL FİLOZOFLAR (3)

BİLİCİ



Hacı Mehmet Bilici; Babası Hacı Ömer 1934 Gülnar ovacık doğumlu.Dedesi mert Hasan Ali. Kökenleri Türkmenistan'a dayanıyor.Çiftçi bir ailenin çocuğu.

İlkokulunu pekiyi derece ile bitiriyor. 1947 yılında. Çok partili dönemin henüz başladığı zaman.Ögretmeni okumasını istiyor, babası buralara kim bakacak diye okutmuyor. Bir evin bir oğlu. Ayakkabıcı Musa Tunç'un yanında,Mustul ustanın yanında çıraklık yapıyor. Demirci uzun osman, demirci Halil Ustanın yanında çıraklık yapıyor.Demirin şekle girişini ögreniyor.körükle pünomatik sistemin belki de ilk aşaması. Teknikle tanışıyor.
Daha sonra tarlada ,bu sefer yaptığı aletleri araç olarak kullanıyor. Toprağı kazıyor. Toprağın tohumla buluşmasını ögreniyor. Ama hep teknik konulara daha sıcak.Matematik zeka daha kuvvetli,daha önde.Bu sırada, daha bugun bile vazgeçmekte zorlandığımız domates henüz yok. Tahıl,karpuz,pamuk ,Küncü(susam) harnup yetişiyor buralarda. Ovacık Nahiye, Gülnara bağlı. Nahiye memuru var. Gümrük var. bölgeden Ovacık ailesi tarafından Kızıl kabuk,kömür,tahıl, Palamut çeti Beyrut'a ihraç ediliyor. Beyrut Dünyanın en önemli Ticaret merkezi. Nahiye belki karadan yurdun diğer yerleri ile bağlantısı
yok denecek kadar az, denizden dünya ile bağlı ve dünya ile ticaret yapıyor.
Kütahya'da 2,5 aylık acemilik döneminden sonra Gazi Emir'de havacılık okulunda muhabere kursunda ikinci oldu. Sağlığı istemesine rağmen Ankara Etimesgut'da telli haberleşme dalında muhabereci olarak askerliğini yaptı ,24 ay. 1957 askerden geldi.Dağdan doğal ortamda yetişen Yaban zeytinlerini aşılayarak kendisine bir zeytin bahçesi yaptı.
1957 sulu tarım yapmak için Rüzgar enerjisini kullanmak için bir Kule yaptı. Üç yönden rüzgar alan ve krankla çalışan bir pervane yaptı.Tulumbaya bağladı. Ve 35 tonluk havuzu doldurdu. Belki imkanı olsa ve geliştiebilse idi yakın tarihimizde yeni yeni ülkemizde keşfedilen ve önemli bir alternatif enerji konusunda kendimize ait bir teknolojimiz olacaktı.Belki de sadece havuz doldurmak için değil modern dünyaya entegre olmuş bir enerji santrali sistemimiz olacaktı.
Namı diyar Bilici ; günümüze kadar hep bir şeyleri keşfetme peşinde oldu. Ama genelde yerel bir teknoloji uzmanı. Bilici iyi bir artezyen kuyucu. Derinlik hesabını, debi hesabnı, hacim hesabını, havuz hesaplarını,kaldıraç hesabını, momentumu, ivmeyi algılamış hayatında kullanmış.Bildiği bilgiye kullanmada gösterdiği etkililik; ilkokul mezunu birisi acaba herhangi bir teknik üniversteyi bitidiğinde sadece bir köyde değil ülkede belki de dünyada önemli buluşların keşiflerin sahibi olacaktı.
Bilici aynı zamanda meleketinin yönetiminde 1959 dan beri aza muhtar vekili, muhtar, memleketin büyüğü toplumun danıştığı önemli bir insan.Memleket yönetiminde de köyün imarında da, eğitim sevyesinin yükselmesi için Orta okulun açılımında, sağlık ocağının kurulmasında dijital santralin getirilmesinde, elektiriğin gelmesinde, suyun gelmesinde, Aza, muhtar olarak öncü aktif karar verici olarak rol almış.Uygulayıcı olmuş Hacıishaklı olan köy statüsünü Yeşilovacık olarak belde olması için ilk adımı atan olgunlaştıran bir muhtar.

Bilici çocuklarının okutulmasında da gayretli bir aile reisi, Ankara sanat tiyatrosunda ''Bir ceza avukatının anılarını ''evladı ile seyrederken aydın bir tiyatro izleyicisi.İyi bir gazete akuyucusu gezgin ve gözlemci.

Bilici sınırlarını zorlayan ,gözleyen,araştıran, yeniyi teşvik eden yerel bir filozof , düşünür.Dinamik bir hayat.75 yaşında ama genç bir beyin çalışan bir vücüt, uğraşan çabalayan bir hayat.

11 Nisan 2009 Cumartesi

SEYİRETTİM











Hep anlattılar, merak ettim;
Koca deniz,Ada ,Karaburun ,Balıklık, Şantiye Dinlenme;
Daha çocuktum
Birgün keşfettikçe
Heyecan sardı benliğimi çoştum
Sınırlarımda gezindikçe; farkettim,
Sınır sandığım ufukların
Başlangıcı olduğunu hayatımın.


Ufuktan geçen gemileri seyrettim;
Ne kadar uzaktı, belki yolcu belki savaş, belki yük gemileri idi
16 yaşımda Kıbrıs rotasında,deniz ortasında.
Baktığım yerler ufukta sis arkasında

Elektrik yoktu
Ay ve yıldızlar kapı komşumuz;
Sanki yanlarından geçiyordu uçaklar
Kimbilir kimleri taşıyordu şehirden şehire belki de kıtadan kıtaya
Bir gün geçerken uçakla Çin'e
Takıldım yıllar öncesi hayalime,
Seyrettim kendimde,
Şu ana kadar geçen devrimi.

Ziyaret tepeden koca çamın ardından
Dolunayı doğarken;kıskanırken
Ben de seyreyleyebilseydim
Çam dallarının arsından
Gençliğime kadar geçen yılları
Bir sabah gün doğarken ,uğrayınca ziyaret tepeye,
Film gibi canlanı verdi anılarım.

Yalçın kayalıklar, üzeri bir tepsi gibi hayvan kayası
45 yıl seyrettim erişilmezlik duygusunda
Güneşi uyandırmaya çıktığım bir vakit
Uyanıverdi bütün gençliğim
Seyreyledim daha ne kadar çok şey var
Keşfedecek içerde, benimle vedalaşırken benliğim.


Sanki yoktu dibi Lacivert derinliklerin
Oturmak nasıl olurdu enginliğin dibinde.
Birgün dalınca aklıma geldi bunlar
Bağdaş kurdum oturdum.
Birden kayboldu dünyaya dair ne varsa
Ne endişe ne pişmanlık , kaybolmuştu her an
Yaşıyordum, dokunuyordum gerçeğe o an.

Memleketimizi çok severlerdi, heryerden gelenler
Seyreyledim gözlerinden gidip geldikçe.
Cennet derlerdi bizim oralara
Birgün heryerli oldukça, anladım;
Yeryüzünde bir cennet bahşetmiş yaradan
Meğer dilden gönüle varamamışım
Bu cennette göremedim yerimi buradan.

Gidiyordum Varacağım yer neresi
Üstad mevlüt gönlüme fısıldadı
Yoktur bunun gündüz ve gecesi
Sabır hikmettir
Temkin gerektir son ana kadar.
Ekmeye devam etmeli; güzele dair herşeyi,
O an gelinceye kadar.

7 Nisan 2009 Salı

KISACIK BİR SEYATTE NE GÖREBİLİR İNSAN NE YAŞAYA BİLİR NE HATIRLAYABİLİR VE SONRASINDA DA NE ANLATA BİLİRKİ ......

BÜTÜN BUNLARA CEVAP VEREBİLMESİ İÇİN İNSANIN HERALDE DÜNYANIN YALANCI CENNETLERİNDEN BİR YER OLAN YEŞİL OVACIKI GÖRMESİ GEREKİYOR .OVACIK DEDİ İSEM DE OVA DEĞİL AMA YEŞİLİ YEŞİL Mİ YEŞİL GÜZEL Mİ GÜZEL.BELKİ BİRDE MAVİYİ EKLEMEK GEREKLİYDİ AMA ONU DA BEN EKLEYEYİM.ÇÜNKÜ ANCAK BU KADAR GÜZEL OLUR YEŞİL VE MAVİNİN TONLARI.DENİZ SABAH KALKTIĞINIZ DA AYRI GÜZEL. GÜNEŞ AKŞAM BATARKEN AYRI GÜZEL BU KÜÇÜK BELDE DE.HEM DENİZ HEM DE AĞAÇLAR BİRLİKTE UYANIYOR SABAH GÜZELLİĞİMİZİ GÖSTERMEKTE GEÇ KALMAYALIM DİYE İNSANLARA .DOĞANIN BÜTÜN GÜZELLİĞİNİ YAŞARKEN AYNI ZAMAN DA TARİHİ DE YAŞAYA BİLİRSİNİZ YEŞİL OVACIKTA.AHŞAPTAN EVLERİ, BALIKCI TEKNELERİ,ESKİ AMBARLARI , EVLERİN ÖNÜNDE DURAN DİBEKLERİ , VE DAHA BİR ÇOK ŞEYİ GÖRÜP TARİHE YOLCULUĞA ÇIKABİLİRSİNİZ.HATTA BÜTÜN BU GÖRDÜKLERİM ESKİ BİR FİLM GİBİ DE DİYEBİLİRSİNİZ BENİM GİBİ.ESKİ OLAN BİR ŞEY NASIL MUTLU EDER Kİ İNSANI DİYE SORU DA SORABİLİRSİNİZ KENDİNİZE AMA İNANIN GÖRDÜKÇE ONLARI ESKİ OLAN BİZMİŞİZ DERSİNİZ.

İNSANLARI ÇOK SICAK GELDİ BANA.MİSAFİRLİK İÇİN GİTTİĞİM EVLERDE SANKİ DAHA ÖNCE GELMİŞ GİBİ OTURDUM YEMEK YEDİM SOHBET ETTİM.ONLARDA SİZİ DAHA ÖNCEDEN GÖRMÜŞ GİBİ SORULAR SORUYOR HÜRMET GÖSTERİYORLARDI.HER ŞEY DOĞAL OLDUĞU GİBİ İNSANLARI DA DOĞAL DI ANLAYACAĞINIZ. ÇOĞU İNSAN BALIKÇILIK VE TARIM LA UĞRAŞIYOR.

ŞU ANDA YAZARKEN BİLE YEŞİL OVACIK GÖZÜMÜN ÖNÜNDE OLDUĞU İÇİN BELKİ DE HEYECANDAN ANLATACAK BAŞKA BİR ŞEY GELMİYOR AKLIMA.VE BELKİ DE ANLATILMAZ YAŞANIR DEDİKLERİ BU OLSA GEREK.UMARIM BİR DAHA ZİYARET ETME İMKANIM OLUR BU GÜZEL BELDE Yİ VE DAHA ÇOK ŞEY ANLATIRIM HEYACANLANMADAN.SEYAHATİM ESNASIN DA TANIŞTIĞIM BÜTÜN İNSANLARA SELAMLAR .BÜLENT BEYE ÖMER BEYE KAPTANA HERKESE.

2 Nisan 2009 Perşembe

YEREL FİLOZOFLAR (2)

SARAÇ

Saraçlık günümüzde kaybolmaya yüz tutmuş bir meslek.Otomobillerin olmadığı, ulaşımın daha çok hayvanlarla yapıldığı zamanlarda,binek hayvan için Eğer, semer gibi insanın oturabileceği ve yük taşıyabileceği araçları imal ederdi saraçlar. Bunun yanında deri ve deri mamülleri çanta, ayakkabı, körüklü çizme gibi insanların da ihtiyacını karşılarlardı.

Önemli bir zanaattı saraçlık. İçerisinde estetiklik içeriridi. Müşterinin şan şöhret ünvan ya da görünmek istediği kendini ifade etmek istediği ruh halini sosyal ve meslek hayatını yansıtabilmeliydi. Onun için saraçların ruhları genişti, bu onlara prestij de kazandırıyordu. Güzel bir atınalımlı ve heybetli bir eğeri neleri ifade etmezdi ki.... Güzel giyimli ve özel işlemeli heybetli bir eğer üzerindeki şahsın etki alanını daha insanların bulunduğu alana girerken hissettirirdi..Orada bulunanlar farklı karşılardı. İzzet ikram daha heyecanlı ikram edilirdi.Madden ya da manen, ama önemli biriydi muhakkak.


Tabii eğeri yapan kadar yaptıranında kültür düzeyi sosyal beceri düzeyi farklı olurdu. Herkes kaliteyi isteyemezdi. Fakir de olsa güzel bir eğeri isteyebilecek hadar beklentisi yüksek olurdu,görgüsü becerisi var demekti.Ya da önemli bir sosyal gurubu temsil edyor olabilirdi.Bu onu ayaklarındaki kunduraya,çantasına Eğerin aksesuarına yansımışsa kesin önemli bir insandı.

Saraçlar o günlerin adeta modacıları idi. Ne giyileceğine kullanılacağına daha çok onların önerileri yön verirdi

İşte bölgemizde bulunan Saraç adı Ali Rıza Can, Duran olarak da bilinir ancak herkes mesleği ile çağırır. 95 yıllık birktirdiği vizyonu ile. Zamanında Karaman'dan Kayseri'den Erzurumdan müşterileri vardı. Silifke ve Gülnar çevresinde köy köy gezmiş.Eğer yapmış. Semer Yapmış. Bazen misafir olduğu evde ocak tamir etmiş, bahçesine bakmış. Her konuda danışılan insan da olmuş.YApmış olduğu ayakkabıları, körüklü çizmeleri paşalar da giymiş köylü vatandaşlar da herkesin gönlüne el emeği göz nurunu ekmiş bugün yaşayan bir tarihi vizyonu temsil ediyor.

Sedece Saraç olarak değil, bunun yanında diğer konularda da kendine has tarzlar geliştirmiş bu biikimler.Ziraat alanında da örnek olmuş. Türkiye'nin ilk çağlasını ilk kaysısını kendisine ait aşı ve yetiştirme tarzı ile bölgesine örnek olmuş. Bademin önemsenmediği zamanlarda badem ekerken insanların eski köye yeni adet mi getiriyorsun diye eleştiri de almış ama o yılmamış. Dağdan koca kayaları fizik kurallarının en iyi bir şekilde uygulayarak felenklerle kaldıraç yaparak onlarca ton kayaları yerinden sökerek çıkrmış olduğu verimli toprakları alınteri ile yoğurarak velki de günümüzün en çevreci insanları olacak şekilde ağaçlandırmış.Hayatının her anına konsantre olmuş, kahvede geçirdiği zamanlar yok denecek kadar az.Evine gelirlerse misafirleri ile kulaktan kulağa anlatılan muhabbetler yapmış.Her işinde Saraç gibi denmiş.

Yine Altı erkek üç kız evladın hepsini 1950 yıllara göre önemsenecek derecede okutmuş kimi ilk okul kiğmi orta kimi lese ve üniversite okumuşlar. Örnek evlatlar da yetiştirmiş toplumda sevilen. Bu çabalar hep yoksulluğun doruk noktasında ama hep öz güven içerisinde.. Körüklü çizme,topuklu kundura Eğer ve semer imal ederek.

Oğulları okudukça ve dünyayı tanıdıkça baba bu işi daha büyük yerde yapalım geliştirelim dedilerse de o kendi memleketinde kalmayı yeğlemiş. Blkide şimdiki bir derimod ya da yeşil kundura olabilecekken.Belki de Anadolu kültrünüğn muhafazakar yapısı burada egemen olmuş.Kendi çağında çok badireler aşmış ama buraya kadar gelebilmiş.

Hala arkadaşım soruyor kaç yaşındasın o 95 diyor. Ekliyor;
Bir yörük gelmiş evine ayakkabı istemiş.
Kime demiş?
Anneme.
Kaç Yaşında
120
Birgün ayakkabıları yapmış yörük çadırına varmış yaşlı teyze ayakkabıları giymiş, 20 metre yürümüş. Sonra bu ayakkabıyı yapan benden fazla yaşasın diye dua etmiş, diye anlatıyor saraç. Yaşam sevinci ile duvardaki Eğeri gösteriyor, geçenlerde başlayan hastalığı geçince aynısını yapmak istiyor.

Birgün Gece yarısı çalışırken sormuştum. Dede bu saate kadar neden çalışıyorsun diye?
Çalışan insan düşünen insan yaşlanmaz dedim....

Anladım ki dedem ve onun gibilerin hayatında kalbini aklını sürekli çalışr vaziyette tutan ninsanlar ölseler de yaşasalar da, başkalarının kalbinde muhakkak yaşıyorlar.Yaşatılıyorlar.
Saraç gibi bir viyon altında....

27 Mart 2009 Cuma

YEREL FİLOZOFLAR (1)

Filozof; ne yaptığı, ne yapıldığı, neden olduğu, nasıl olduğu ya da ne olduğu üzerinde düşünen, sevgi ve erdem anlamlarını içeren gerçeği arayan, kendisinin ve toplumun düşünce ve hayal sınırlarını sorgulayan ,yeni ufuklara yelken açan,keşif ruhlu, bilgiyi arayan,bilge kişidir.



Zaman ve mekan ötesi toplumsal kabul görmüş bu tip insanlar olduğu gibi, günümüzde yaşayan filozoflar,sadece kendi ülkesinde yaşayanlar ya da bölgesinde yaşayıp da kendisini sadece kendi toplumu içinde ifade edebilmiş orada bile çoğu zaman anlaşılamamış bilge insanlar vardır.



Kendilerini ifade edememiştir; kendisini geliştirebilecek imkanları olmamıştır, ya da kendisini anlatamamıştır, ya da onu tanıtıcak toplumsal iletişim kanlları olgunlaşmamıştır. Ya farkına varılmamışrtır ya da kendisi bile ifade ettiği değeri bilmemektedir. Sadece kendi çapında düşünmüş araştırmış bir şeyler uygulamaya çalışmıştır.



Yeşilovacık ve çevresinde kendi halinde yaşamakta olan yerel filozofları bilge adamları kanaat önderlerini kendi meslekleri ve çevrenin kabul ettiği değerlerle kısa kısa anlatmaya çalışacağım.

Aslında benzer insanlar Anadolunun her yerinde hatta dünyanın her yerinde başkalarının farketmediği şekilde yaşamını sürdürmüşler ya da sürdürmekteler. Tabii ki bu insalara mükemmel insan demiyorum.Her insanın olduğu gibi hataları eksik tarafları var, sevilmeyen tarafları var, benim çabam hüsn-ü zan ederek insanların iyi taraflarını ortaya koyarak bölgeden haraketle bir ulusun değerlerine katkıda bulunmak. Hatta evrensel tarihe bir damla da olsa katkı sağlamak çabası.



Bu insanlar Yeşilovacık ve çevresinde olduğu gibi, birçok belde köy ya da varoşlarda bilinmeyen farkedilmeyen, hatta kendilerini bile farketyen, yoksullluğun baskısı altında kaybolmuş bilge insanlar belki de o kadar çoğunlukta ki bizler bunları farkedecek şekilde uyanık duramıyoruz. Özellikler günümüzde dünyamızın birkaç kişinin fikriyle organize edilen yirmi yıllık elli yıllık planlarla tesbit edildiği, bizlerin de bu planları uygulayıcı olarak yaşadığı toplumda, edilgen ve pasif dünyamızda kendi yaşamlarında farkedilmeyerek etkinliklerini sürdürmüşler ya da sürdürüyorlar. Belki de sadece kendi hayatlarında etkin olarak.

6 Mart 2009 Cuma

EŞMİN



1980 li yılların başına kadar Ovacık'ta çeşmeler vardı. Çeşmeler ovacık'ın muhabbet mekanlarından biriydi. Anneler çocuklarını gençlerini suya zorla gönderse de, orada kimse sıkılmazdı. Kovayı çeşmenin oluğuna asar ya da bidonu çeşmeye tutar.Bir tarftan sohbetten kopmak istemez diğer taraftan göz ucu ile de kabını takip ederdi.
İkindi bomboştu çeşmeler. Kimi işte kimi kahvede kimi komşuda batırık çay muhabbet.. Boş olan da gelmez, daha kimse yok ki..Çeşmede sıra beklemek; İçinde çile olan bir muhabbet..
Bir aşağı çeşme var bir yukarı.Aşağı çeşme caminin yanında. Namaz vakitlerinden önce sırtlarında ceketleri kollarını sıvayarak,abdest almaya geliyor. Ezan başlamak üzere. Muhabbet henüz davam ediyor..Yoğunluk varsa kenarda caminin bitişiği betondan koltuklarda oturuyorlar. Saatleri çıkarıyor, çorabı çıkarıyor.Bir taraftan da ezan başlıyor. Ses kesiliyor. Besmele ve dua başlıyor adeta abdsten evvel,İç abdestlerini alıyorlar ruhlar temizleniyor abdeste hazırlanıyor huşu içerisinde ezan eşliğinde . Su az akıyor; kalabalık var, bekliyorlar. Müezzin biraz uzatıyor ezanı .Yine de beklerken sırayı;İftarı beklemenin sabrı ve manevi atmosferi zuhur ediyor adeta..Rahmetli mevlüt amca en erken geleni.O çok yavaş abdest alır...Sürekli okur.

Mevlüt amca arazisi malı mülkü olan ama bunu hiç hissettirmeyen bir büyüğümüz.Belki de memleketimizde en çok okuyan mütevazi insanlarından bir tanesi...Konuşmasam da bazen onun atmosferinde; yine de güzel şeyler düşünüyordu insan. Memleket adına inanç adına insanlık adına....

Cumalarda bu manzara daha erken, sela ile başlıyor. Daha kalabalık.Civar köylerden de gelmişler. Cuma günü aynı zamanda pazar da kuruluyor. İnsanlar Hırmanlı'dan Yapal'dan Dedeler'den Işıklı'dan atlarıyla,eşekleriyle gelmişler.Atlar gösterişli eğerleri önemli bir adamı taşıyor. Belli ki atına iyi bakıyor sahibi maharetli. Cuma kalabalığında herkesin dikkatini çekiyor meydandan geçerken. Atları nal sesleri ile ben geldim dercesine....Caminin yanındaki avlusu olan tanıdık evlerin avlularına bağlıyorlar. Cuma günleri sanki küçük bir bayram, buluşma halleşme cemaatleşme günü.Civar köylerden gelen insanlar hediyeleşiyor da. Çam sakızı çoban armağanı nesi varsa büyüklüğü önemli değil yüreği büyük.Öğlen yemeği komşularda yeniyor.Hekese açık evler. Yemek muhakkak var az da olsa aç kimse dönmez. Kazan hep kaynar.Misafir çoksa bereketli geçti denir.Tabii güzel bir çay da. Dualaşıyor insanlar birbirinin kalbine muhabbet tohumları ekiyor.Namazdan az zaman sonra yola koyulurlar.Seyrederken arkalarından kahvede oturan insanlar içlerinden buruk bir boşluk da hisseder. Giden yolcuda buruk bir ayrılık.At üzerinde başlangıçta duyduğu nal seseleri duyulmaz olur dalıp gidilen düşüncelerden.Günün muhasebesi, muhakemesi yapılır..Yine bir cuma günü buluşmak üzere...Özlem daha yolda iken başlar bir daha ki sefere oğlunu da getirsin yanında.

Çeşmeye su suyun gözünden gelir. Bahar aylarının sonuna kadar depodan artan su harnup pıynar pembe çiçekli zakkumlar arsında nergizleri de koklayarak çam ağaçlarının arasından oksijene bürünerek eşmin denen doğal havuza travertenler oluşturarak dokülür.Eşmin su üzerindeki doğal köprü.İçerisi yaklaşık bir buçuk metre derinliğinde ....Bahar ayında piknik yerimiz. Mayıs ayında su hafiten hala akarken komşular batırık malzemesi ve çayları ile travertenin yumşak dokusuna oturup piknik yapılır. Denizin iyotlu havası ormanın oksijeni insanı sanki bir hayat daha doldurur ciğerlerinin derinliklerine....İnsan bir şey düşünmek istemez olur adeta; İnsanda ne hırs ne gam ne keder bırakır.Ta ki birileri bize hatırlatıncaya kadar sıkıntılarımızı,rafa kadırdığımız. Her şeye sahipmiş duygusu uyandırıyorinsanda gördüklerimiz.Şöyle bakınca denizde ufka, gökyüzü ve deniz aynı tonda sonsuzluk noktasında birleşmiş.İnsana müthiş bir derinlik duygusu veriyor.Her an da her yerde yaşamaktan kurtulup o ana o noktaya bakarak sadece o pencereden belki de hayatımızın en güzel hayallerini seyrediyor en güzel niyetlerini ediyoruz. Belki de istemediğimiz kadar gönülden istiyoruz yaradandan, dualarımız sanki kabul oluyor. Belki de bu güzelliklerin yanı başında olmak bizi tembelleştiriyor hatırlatan olmazsa ...Dalga seslerinin kayalıklara dokunuşları arasında kaybettmişizdir sıkıntılarımızı. Garip de olsa insan biraz çitlerken çekirdeği gariban olduğunu unutuyor. Garibin morali oluyor enginlikler.

Yazın,Eşmin gençlerimizin çocuklarımızın doğal yüzme havuzu trapleni, dalış merkezi yarışma alanı. Kim daha uzağa atlayacak. Gençler ilk adrenalin deneyimini burada yaşar cesaretlerimiz burada denenir.Herkes çivileme atlar ancak baş üstü maharet tecrübe gerektirir.Kuru cesaret yetmez yoksa karnının üstüne düşersin acısı dayanılmaz olur. Ellerini başın ön hizasına koyacan ,önce suya çivi gibi yaptığın ellerin girecek sonra baş ve gövden suya....Kim daha uzağa gidecek suyun altından. Güç maharet,nefes,zeka hepsi ilk defa buralarda sınanır.

Eşmin şimdi limanın hemen arkasında, kocaman taşlarla büyük bir oranda da dolu. Limanın arkasında; güzel bir tablo için konu mankeni, memleketimizin hoş bir dekoru. Ovacık tarihinin hoş bir tanığı...Belki de gece seyretmek lazım mehtabı denize aksini , çünkü gece karalamış bütün çirkinlikleri sadece eşmin deniz ve mehtap dün ve bugünü aynı manzarada birleştiriyor......

17 Ocak 2009 Cumartesi

DİBEK

Anadolu kültürünün en sıcak en duygusal en eğlenceli,anısı en bol olan ortak değeridir dibek. Dibek muhabbet demek aş demek.Ritm demek . Muharrem ayı demek. Aşure demek.Dibek aynı kaptan aş yemek demek.Dibek gelin olmak demek. Dibek uğurlanmak demek.Ömrümüzün bu dünyada bittiği an demek.



Anadoluda özellikle yörük kültürünün yoğun olarak yaşandığı bölgelerde keşkek bir toplantı yemeğidir. Yeşilovacık bölgemizde de sevilen ve saygın bir yemektir. Yahni ile birlikte tereyağlı olarak yenir. Düğünlerin cenazelerimizin, tatlımız aşurenin ana maddesidir keşkek.



Keşkek döğmeden yapılır. Döğme sarı buğdayın su ile tavlanarak dibekte gençlerin solgu dediğimiz ağaçtan yapılma araçlarla dövülerek kabuğunun soyulması ile elde edlir.


Döğme dövmek bir kültürdür. Muhabbet kültürü. Bugday kalktıktan sonra hasat edildikten sonra sakin bir zamanda sahilde ya da yaylada özellikle yayla buğdayı hasadından sonra ikindi üzeri imece ile döğme döven erkekler ve onlara yardımcı genç kızlar ve kadınlarla birlikte dövülür. Törensi bir zamandır o. Folklordur. Her ev az ya da çok evlenecek kızı oğlu varsa düğün için, muharrem ayında aşure için, okunacak mevlüdü için allah gecinden versin ölüm için muhakkak evinde döğme bulundurur.Kefen gibi olazsa olmazıdır evin.


Dövme döğerken kalben imece vardır. Muhabbet vardır. Yakın ev batırık yapmıştır çay yapılır. Bir taraftan solgunun mermer dibekte ritmik sesisi. Kızlarımızın buğdayın dökülmemesi için öznle tahta aracılığı ile buğdayı dibeğin içine takrar takrar itmeleri. Bu arada solgunun vurmaması için gösterilen özen. şakalaşmalar. Sürüp giden sohbet.. Tabii solguyu herkes sallayamaz atletiklik, gençlik, güç ,kuvvet gerek.Beceri demek.Kendine güvenen gençler dibek dövebilir.. Mahçup olmak var işin içerisinde.Buğdayı dağıtmadan dövmek, dibeğin içinde buğday bırakmak gerek. Tahtayla bugdayı düzeltmeli kızlar, dışına dökülmemeli bugdaylar. Solgudan korkmadan büyük bir serin kanlılıkla yapmalı.. Etreddüt her an bir kazaya sebebiyet verebilir. solguyu şaşırtabilir.


Terini de silmeli birisi elinde havlu ile buğdayı döven arrkadaşın. Etrafa göz atıp beğenilip beğenilmediğini göz ucu ile kontrol etmeli. Kızlar da buğdayı düzenli bir şekilde dibeğin içinde tutarak yardımcı olmalı onlara. Bir taraftan muhabbet koyulaşmış batırık hazır çay demlenmekte... Komşunun birkaçının yaptığı batırığı bir dinlenme anında içiveriler üstüne demli çay, soğuk su .Çayı bir komşu suyu diğer bir komşu getirmiştir. demem odor ki ter tere karışmış...... Ufak tefek sıkıntılar da bu yardımlaşma ikliminde erir gider. Yakınlaşma artar kırgınlıklar yumuşar. Hele düğün varsa gelinin nasıl olacağı ,damat. Ya öteki genç kızların kime yakıştığı... Dibeği döven gencin ikna edemediği kız..Ayşe ablası da onu hallediverse ya.. Ölüm yemeği en son düşünülür. Muhakkak her evde ölü için biraz dövme vardır ama ölüm akla pek gelmez.


Gençler yarışır kızlar yarışır. Kimin buğdayını dövmesi daha iyi o konuşulur övülür taktir edilir.Geleceğe tuhum ondan alınıp ekilmeli. Kaliteli tohumculuk,çiftçinin mahareti yazılı olmayan kurallar şeklinde daha iyisi keşfedilir. Teşvik edilir.


Keşkek büyük kazanlarda yine imece ile yapılır. Yanında da yahnisi. Toplu yenir. Keşkek yerken küs dargın olmaz yanyana oturur. Ortak tabağa kaşık sallanır. Yufka da eksik değildir. Sonunda bereketi için birliktelik sağlık sıhhat allahın rızası bereketi için dua edlir aynı duaya birlikte amin denir.Yine yardımlaşma ile başka bir grup sofrayı kaldırır.. Keşkeğin her aşaması bir törendir..

Şimdi bu yemekler azaldı. Koyunu kesiyorlar kavurma salata hızlı bir şekilde yiyoruz dua yine var amin belki var belki yok. Şimdi bizim tarafın yemeğine gidiliyor. Bizim taraf öteki taraf diye bir şey var.. Şimdiki yemekler muhabbetsiz. Eskiden midede sindiriliyordu şimdi sandıkta.Eskiden şükür için yemek verilirdi, gönül almak için. Şimdi beklentiyi tavlamak, olgunlaştırmak için.Hele geçsin boğazından elbet borçlu olacak.


Anlıyacağınız muhebeti bitmiş bir keşkek, bereketini allah biliyor......

5 Ocak 2009 Pazartesi

Küçük Gölgeler


Bir işi bir, yeri yönetmenin bir çok karşılaştırmalı yolları vardır. Bunlardan ikisi de şimdi bahsedeceğim gibidir;

Bir tanesi; bulunduğu işyerinin sahip olduğu bütün değerleri, insan kaynakları, doğal kaynakları, çevresel imkanaları değerlendiren bakış açısı. Bu tip yöneticler ekip ruhu ile çalışır kendine güvendiği için başkalarına da güvenir, insanları seçmesini çalıştırmasını geliştirmesini bilir. İmkanlarını israf etmez. insanları köreltmez. Bakış açısı geniştir. Koltuk korkusu yoktur kaybetmekten korkmaz.Açıktır. Söz verme yeteneği vardır. Sözünün eridir sözünü yerine getirme erdemine sahiptir. Kendine güvendiği için dürüst ve yetenekli insanları tanır onlardan yararlanmasını bilir. Kendisine yakın olanı değil işe yakın olanı seçer. Yani yağcılığı sevmez. İnsanların kendisine tabi olması ,tapmasını değil, kendisine inanılan güvenilen ve saygın birisi olduğu için saygı duyulmayı bekler. Zaten böyle insanlar saygındır ve saygı duyulur. Gücünü doğruluk ve haktan alır.Dolayısıyla bulunduğu işyerini hep büyütür. Geliştirir kendisi de gelişir.

Bir tanesi de çevresini tanımaz, tanımak istemez,kendine güveni olmadığı için kimseye güvenmez. İnsanlardan faydalanmasını bilmez. Yanındaki insanları şikayet eder. Yönetime hakim değildir. Yönlendirilir. Hep korkusu vardır. Kenedisini yenilemeyi bilmediği için kendisinden iyi insanlara tahammül edemez. Bulunduğu mevkii kullanarak insanları taciz eder.Doğru insanlar ona hep bir ürküntü verir.Kendisini;Onları küçümsemeye çalışarak büyük göstermeye çalışır.Onların gölgesinde kalmaktan korkar.Başkalrına danışmaktan çekinir.Başkalarının fikrine değer vermez veremez.Çünkü genelde fikirsizidir.Sıkışınca sorunları çözme yolun gitmez .Kimseden yardım alma medeni cesareti de yoktur kaçar. Sürekli ayak üstü sözler veriri Fikri olmadığı için günübirlikçidir günü birlik çözmeye çalışır. Bilgiye değer vermez veremez. Hep başkasının gölgesine kalmak onu kabusudur. Geçiştirir.Ve nihayetinde işyerini kendi yönetebileceği şekilde küçültmeye çalışır.Çabası hep bu yöndedir.

Bizler beldesine, işyerine,ülkesine hatta dünyaya örnek olabilecek, saygın dirayetli yöneticilerler sayesinde ancak bir yerlere gelebiliriz. Yoksa , Bir yerde küçük şeylerin gölgesi büyümeye başlamışsa orada güneş batıyor demek..!

2 Ocak 2009 Cuma

Çaresizseniz; Çare Sizsiniz.

Yeşilovacık herkesin beğendiği,beğenebileceği güzel bir belde. Ben de çok beğeniyorum. Çünkü adı üstünde yeşil; Hem de yeşilin öneminin artmaya başladığı günümüzde. Bir oksijen deposu. Mavi, hem yer ,hem gök masmavi ve temiz. Denizin lacivert derinliklerinde güzel bir doğal akvaryum. Balık çeşitliliği açısından zengin. Aynı zamanda kum ve deniz sağlık deposu.Henüz keşfedilmemiş doğal terapi merkezi .
Dağları doğal botanik bahçesi, bizler ve yaban hayat için besin deposu. Mantar, gevil(kapari) acı yavşan,semiz otu ,böğürtlen,kekik,sumak, tehnel, dut, çıtlık, ebegümeci, harnup, ...... Yürüyüş için zengin oksijen kaynağı ve dinlendirici yeşillik ;bırakıver kendini pürlerin üzerine hiç stres kalmasın seninle beraber; kolestrol tansiyon şeker de tatile çıksın. Doğal terapinin merkezi.Ne gerek var yüksek paralar ödeyerek terapi merkezlerine gitmeye bırakıver doğanın kucağına kendini, Onunla anlaş, onu keşfet sağlık bu zaten. Unuttuğun bütün doğal sesleri ve kokuları yeniden tanı Uzun zamandır çalışmayan duyu organlarımız da bayram etsin.
Güneşin ışınlarından maksimum faydalanılabilecek;bu enerjinin maksimum kullanılabileceği enerji bölgesi.Elektrik ısıtma ve seracılık için.
Belki de çok az yerde rüzgarın her türlüsü var. Dağ deniz meltemi deniz ova meltemi, poyraz karayel keşişleme gündoğu, Lodos . Bir enerji kaynağı da rüzgarlar...
Toprak üç kere ürün verebilir.Her sebze ve meyvenin turfandası yetişebilir.Sahili biter ; organik tarımı daha dünya yeniden keşfederken; yaylasında doğal tarım ürünleri ile ,yayla havası yanaklar al al. Demli bir çay.Kekik çayı ya da ada çayı.. Hiç bir markette bu kadar doğalı bulunmaz.
İnsanları cana yakın biraz fazla politik...Çocuklar doğarken siyaset diye ağlar. Siyaset o kadar damarlarımıza işlemiş ki konuşmaktan üretmeye çok azımızın vakti var..Dışa dönük insanlar.. Gençlik yeni okuyarak ya da yeni iş imkanları ile çıkış noktası arıyor...Güncel hayat her açıdan yakından takip edilmesi, en pozitif tarfımız. Her türlü fikri rahat konuşabilen medeni insanlar..
Bütün bu zenginliklerin yanında hala harekete geçmemiş ya da geçmekte yavaş davranan bir toplum..Eğer kendi varlıklarını harekete geçirebilirse isteyen toplumdan veren yardım eden topluma dönüşecek.. Çaresizlik duygusunu bir an önce aşmalı ki, kullanılmasın.. Malesef toplumumuzda insanların zor durumdaki halleri kullanılarak sanki onları,muhtaç insan durumuna düşürüyorlar bundan medet bekleyen insanlar da var...
Gençler bir an önce kendisine ,çevresine ve beldesine sahip çıkmalı. Dünya çapında bir belde iddiasında olacak bir memleket sanki ölü toprağı sinmiş gibi..Gençliği çırpınması lazım.
İnsan belki dünyayı kurtaramaz ama kendi beldesini hem de birçok imkanları barındıran bir beldeyi geliştirerek bütün dünyaya örnek olabilir.Bunu yapabilecek insan kaynağımız var. Yanlış insanlardan medet bekleyerek bir yere varılamaz....Yoksa ruhsal çölleşme kaçınılmaz olur.
Çaresizseniz ;Çare sizsiniz.